Dergâh; Kapı anlamına gelen “der” ve kapı ağzı/eşik anlamına gelen “gâh” kelimelerinden meydana gelmektedir. Lügat anlamı, büyük zatların bulundukları makamın kapısı olarak tarif edilir. Istılahî olarak ise Allahü tealanın sevgisinin gönüllere nakşedildiği yerdir. Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Tasavvuf sohbetlerinin yapıldığı meclistir. Gönül âşıklarının sohbetgâhıdır. Onun için Dergâhlar genelde bir Allah dostunun türbesinin bulunduğu yerlerde inşa edilmişlerdir. Bu itibarla ölümü her an hatırlamak ile sonsuz yaşama sevincinin buluştuğu, kaynaştığı mekânlar olmuşlardır.
Yunus Emre’nin bakışı ile sadece yalan söz, hatalı hâl ve hareketlerin değil odunun bile eğri olanının girmemesi gerektiği bir makamdır.
Dergâhla ilgili bilgileri sayfalarca yazıp saatlerce konuşabilirsiniz. Ancak şunu dillendirmek için insanın ancak ayyaş olması gerekirdi: Dergah&Bar.
Evet yanlış okumadınız. Maalesef Manisa’da bir bara Dergâh adı verilmişti. Fakat iş burada bitmiyor. Bu barın başka bir özelliği daha var. Burası Fatih Sultan Mehmed Han’dan Manisa’da kalan tek miras. “Yuh” ve “yazıklar olsun” demekten başka o an ne tepki verebilirsiniz ki!..
Şehzadeler şehrine yakışmadı!
Geçen hafta Kanuni Sultan Süleyman’ı anmak üzere Manisa Turgutlu’da idim. Manisa’da kaldığım otelin altı, düzenlenmiş bir şekilde tarihî kalıntılar yığını hâlindeydi. Camlı bölmelerin üstünde gezerken veya yan yollarda yürürken altta o tarihî yapıları görüyorsunuz. İlgililere ne olduğunu sorduğumuzda Manisa’da şehzadelerin kaldığı sarayın hamam bölümü olduğunu öğrendik.
Bazen bu ülkede gamsız olmak gerekiyor galiba! Zira, “Duvarı nem insanı gam öldürür” demişler. Biz de tuttuk Manisa’da, İstanbul Fatihi II. Mehmed Han ile Belgrad Budin ve Bağdat Fatihi Sultan Süleyman’ın izlerini aramaya başladık.
II. Mehmed Han 11 yaşında iken Manisa valisi idi. Bir yıl valilikten sonra babasının yerine tahta çıktı. Bu kez babası II. Murad Han, Manisa Sarayı’na yerleşti. Sonra II. Mehmed bir kez daha Manisa valisi oldu. Beş yıl daha burada kaldı. Geleceğin Kanuni’si Şehzade Süleyman ise babası Yavuz Sultan Selim Han’ın padişahlığı sırasında Manisa Sancağı’nı idare edecekti.
En son III. Mehmed Han’ın valilik yaptığı Manisa’da nice şehzadeler bulundu. Bu itibarla Manisa, “Şehzadeler Şehri” diye namlandı. Bunlar nerede ikamet ediyorlardı. Evliya Çelebi’nin İrem Bağları’nı aratmayan muazzam bahçelerine ve mükemmel yapılarına dikkat çektiği saray 56 dönümlük bir arazi içerisindeydi. Evvelce aynı yer, Saruhan beylerinin ikametgâhı idi. Osmanlılar burasını mükemmel eserlerle genişlettiler ve güzelleştirdiler. Arazi günümüzde Hatuniye Külliyesi’nin bulunduğu yerden başlayarak istasyona kadar uzanıyordu. Sarayın muazzam 13 kulesi İstanbul fethinin işareti mi idi? Malum 1453 yılının rakamları toplamı 13 etmektedir. Batılıların 13 rakamına düşmanlığının sırrı da budur.
İşte araştırmamızın sonucunda bir tek kulenin önüne vardık. Burası saraydan tek yadigâr olarak kalan ve günümüze kadar gelebilen Fatih Kulesi dediler.
İşte bu esnada keşke görmez olaydım dediğiniz ve kalbinizin sıkıştığı manzara ile karşı karşıya geliyorsunuz. Bahçesinin giriş kapısı üzerinde Dergah&Bar yazılı levhayı görüyorsunuz. Şayet ben bu dertten ölürsem, Kardiyoloji uzmanı dostum Ertuğrul Okuyan Bey’in bunlar hakkında dava açmasını dilerim. Hocayı kalpten götürdüler diye.
Fatih Kulesi
Şimdi bir eski hâline bir de yeni durumuna göz gezdirin. Osmanlı ile günümüz sanat anlayışındaki estetiği karşılaştırın. Fatih Kulesi'ni ne hâle koymuşuz görün.
Bu arada Manisa’da siyasette önemli bir yeri bulunan Bülent Arınç Bey’e ve Manisa’da karar vericilere de bir çift sözüm olacak. Mesir macunu şenlikleri yaptırıp mesir güzeli veya sultanı diye mankenleri gezdirmek, mesir macunlarını havaya atıp kapıştırmak marifet değildir. Önce Hafsa Sultanların, Fatihlerin, Kanunilerin hatıralarına ve eserlerine değer vermek ve onları layıkıyla korumak birinci vazifeniz olmalıydı.
Fatih Kulesi kare planlı olup kesme taş ve tuğla ile muhtemelen 1446-1451 yılları arasında inşa olundu. 10-12 metre yüksekliğindedir. Ana girişi güneyde bulunan yapı içten üç katlıdır. Yapının güney, kuzey, doğu cephelerinde dikdörtgen pencereler vardır. II. Murad Han Devri’ne ait Saray-ı Amire’nin bir bölümüdür. Fatih’in kütüphanesi olarak hizmet vermiştir.
1901-1902 yıllarında, daha önce Saruhan Sancakbeyi Mustafa Galip Bey tarafından restore edilen kulenin çatısına II. Abdülhamid Han’ın emriyle saat kulesi yerleştirilmiştir. İşgal yıllarında ahşap kısımları yanan kule, Cumhuriyet devrinde yeniden onarılırken, karizmatik üst kısmı ne yazık ki yıktırılmıştır. Dışı ise çirkin bir sıva ile kaplanmıştır.
Şimdi düşünelim Saruhanoğulları’ndan kalma ve Osmanlılar zamanında daha da mükemmelleştirilen o saray bugün ayakta olsa ve aslına uygun restore edilmiş bulunsa Manisa’nın çehresi nasıl olurdu? Osmanlılar ne bıraktı diyerek her fırsatta koskoca bir imparatorluğu karalamak ve kötülemek için fırsat kollayanlar biraz da mahvettiğimiz mirası düşünselerdi ne güzel olurdu! Kaybettiklerimizi kazanmaya çalışsalar ve mevcutları muhafaza edebilseler şehirlerimizi nasıl bir değişiklik beklerdi.
Bizans’a ait bir taş bulunduğunda heyecandan ölecek gibi olan Anıtlar Kurulu üyeleri, her işe maydanoz olan Mimarlar Odası, Milli Saraylar Daire Başkanlığı, belediyeler, valilik, Manisa vekilleri konu Fatih’in emaneti olunca neden bu kadar duyarsız olurlar acaba? Burası Kızılay’a mı verilmeliydi? Kızılay buranın ön bahçesi ile yanındaki bitişik binayı 'Bar’a mı kiralamalıydı? Onlar da adını Dergâh mı koymalıydı? Tarihe, ecdada, Fatih’e Kanuni’ye bundan büyük bir hakaret olabilir mi?
Kızılay’a bir yer gösterip, zaten boş ve atıl bir vaziyetteki Fatih Kulesi’ni, adına ve aslına uygun bir tarzda restore edip kültür hizmetlerinde kullanmak çok mu zordur?
Bu hakareti devam ettirenlere ne demeli ne söylemeli!
Valilik veya hükûmetimizin acilen bu mevzuya el atması dilek ve temennisiyle!..
TEFEKKÜR
Âlemde ki kamil çeke gam zevk ede cahil
Yerden göğe dek yuf bana ger dimez isem yuf
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
17.12.2017 Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/599746.aspx
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"