Son iki haftadır Pazar Divanı’nda Afgani ve talebesi Abduh’tan etkilenenlerin zamanın halifesi ve Osmanlı hakanı II. Abdülhamid Han’a düşman kesildiklerinden ve onun tahttan indirilmesinde büyük rol sahibi olduklarından bahsettim. Aldığım takdir ve tebrik mesajları yanında Abduh’un bugün hâlâ bir kısım ilahiyat hocalarınca şiddetle tavsiye edildiği hususu dile getirilerek, dindeki fikirleri noktasında çok sualler geldi. Dolayısıyla Abduh’un fikir yapısı ve dindeki bir kısım görüşlerini ele almak istedim...
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Abduh’a göre inanç: “Aklın ve naklin kesin delillerine, amelî hükümler de Kitab’a Sünnet’e ve selef uygulamalarına dayanmalı, her iki alanda da âlimler taklit edilmemelidir. Bir hüküm, düşünce, ictihad ‘filan veya falan söyledi, filan kitapta böyle yazıyor’ diye değil, delili sağlam ise doğrudur, alınır ve benimsenir. Her Müslüman’ın kitap ve sünnete bakarak Allah ve Resulünün ne dediğini ne istediğini anlama hakkı vardır. Bunun için eski veya yeni bir âlimin aracılığı gerekmez…”
Son derece parlak, ilgi çeken, kulağa hoş gelen bu ifadelerin gerisindeki korkunç ve sinsi maksadı gözden kaçırmamak gerekmektedir. Bir defa Abduh bu ifadeleriyle Kur’ân-ı kerim, Sünnet ve Eshaptan sonra bütün âlimleri yıkmakta ve yok etmektedir. Bu görüşteki birine şu sualler tevdi edilemez miydi?
“1350 senedir sözü senet olan yani Kur’ân-ı kerim, Hadis-i şerif ve Eshab-ı kiramı doğru anlayan bir âlim gelmedi mi?
Mezhep imamları ictihadlarını yaparken Kur’ân-ı kerim, hadisler ve Eshab-ı kiramın dışında başka kaynaklardan mı aldılar? Kafalarına göre mi konuştular?
Dinin üçüncü delili olan İcma’yı inkâr mı ediyorsun? İcma’nın doğruluğu Peygamber efendimizin sünnetine dayanmıyor mu? ‘Ümmetimin âlimleri dalalet üzere birleşmez’, hadis-i şerifini inkâr mı ediyorsun?
Yine dinin temel delillerinden olan içtihadı kimler yapacak? Hem içtihattan söz etmek ve hem de bütün âlimleri silmek korkunç bir çelişki değil midir? Afgani’ye gelinceye kadar bir tek içtihat edecek âlim yetişmedi mi? O güne kadar gelen âlimler Kur’ân-ı kerimi ve sünnetleri anlamaktan aciz mi idiler?
Öte yandan bir taraftan eski yeni bütün âlimleri bir kalemde silip atarken diğer taraftan bütün insanları içtihat ehli kılmak nasıl bir zekâ ürünüdür? İmam-ı Gazaliler, İmam-ı Rabbaniler, İmam-ı Azamlar, Molla Gürani, Molla Hüsrev ve Seyyid Şerif Cürcaniler bir kalemde silinecek fakat neredeyse hiç okuma yazma bilmeyenler allame kesilecek(!)”
Müçtehid olmak için…
Abduh için içtihat yolu o kadar basit ki.. Arap dili ve Edebiyatını, Arapların sosyo-kültürel ve siyasi tarihlerini, vahiy gelirken meydana gelen hadiseleri ve haberlerin nesih ve mensuhunu bilmek yeterli olmaktadır. Abduh’a göre bunları da bilmeyenler bilenlere sorsun ve fakat delilini istesin.
Şu ifadeleri dinleyen ve birazcık düşünen bir kimse muhatabının aklıyla alay ettiğini rahatlıkla anlar. Hastanın doktora, ilaç alacak olanın eczacıya, ilkokul talebesinin öğretmenine delil sorması gibi bir şey! Sorsa ne olacak. Kur’ân-ı kerimin şu âyetinde veya şu hadis-i şerifte dese cahil ne anlayacak!
Demek ki müçtehitlerin tefsir, hadis, kelam, fıkıh ve usul ilimlerini dahi bilmelerine gerek yokmuş. Belki de Abduh ve Afgani ekolü ile yetişen Şemseddin Günaltay’ın Ankara İlahiyat Fakültesi’ni açarken bu ilimlerin bir tanesini dahi müfredata koymayıp tarih, sosyoloji, felsefe, psikoloji okutmalarındaki mantık da budur?
Aslında Abduh’un, herkesi kendi aklına göre hüküm çıkarmaya yönelttiği ifadelerinden açıkça belli olmaktadır. Onun arzusu, herkesin kendi aklıyla âyet ve hadislere mana vermesidir. İngiliz misyonerlerinin aşıladığı bu girişim, İslam dinini bozma projesi idi. Ne hazindir ki başarılı da oldu.
Nitekim bu zihniyetle dini anlamaya ve yorumlamaya çalışan Abduh’un, bir kısım âyetleri ve hadisleri kafasına göre nasıl çarpıttığına da dikkat kesilelim. Onun eski yeni bütün âlimleri yok saymasının maksadı da buradan anlaşılır.
Abduh’un hezeyanları!
Abduh tefsirinde (el-Menar), Cinler için “muzır mikroplar” tabirini kullanarak şöyle bir açıklık getirmektedir:
“Kelamcılar: Cinler hayat sahibi görülmeyen gizli cisimlerdir der. Biz ise Menar’da defalarca asrımızda mikroskoplarla görülen ve kendilerine mikrop denilen hayat sahibi gizli cisimlerin, cinlerden bir nevi oldukları doğrudur. Bunların birçok hastalıklara sebep oldukları da sabittir, dedik” (Tefsirü’l-Menar, c. 3, s. 95-96).
Abduh bu konuda daha da ileri giderek cinleri gördüğünü iddia eden kimsenin vehim ve hayale kapıldığını, hâlbuki cinlerin hariçte hakikatlerinin olmadıklarını belirterek;
“Ya da bazı maymunlar gibi garip bir hayvan görerek bunları cin zanneder” demek suretiyle nice ayet ve hadislere muhalif bir tavır takınmaktadır.
Yine Abduh, “sefer hâlinde su bulunsa dahi teyemmüm edilir”, (Tefsirü’l-Menar, c. 5, s. 119-121) demek suretiyle Ehl-i sünnet ulemadan ayrılır. Reşid Rıza da aynı görüştedir.
Abduh burada “En çok şaşılacak şey Kur’ân’ın ibaresinde bulunan şu sarih ruhsattan cumhur-ı fukahanın gafletidir” demek suretiyle on dört asırdır gelip geçen ve İslamî kaideleri kılı kırk yararcasına çalışarak ortaya koyan cümle fukahayı da edepsiz bir tarzda gafletle karalamaktadır.
Abduh, Fil suresini açıklarken, Ebabil kuşlarını, sinek veya sivrisinek; siccil denilen taşları ise sineklerin ayağına yapışmış toz olarak açıkladığı gibi rüzgârın getirdiği mikroplar da olabilir diyerek (Tefsir-i Cüz’i Amme, s. 120) kudret-i ilahiyeyi yok sayıcı tertiplerin içine girmiştir. Aynı yorum Seyit Kutup, Yaşar Nuri Öztürk ve onların çömezlerinde de tekrar edilegelmiştir.
Abduh’un Ehl-i sünnet tefsir âlimlerine hiç uymadığı bir sözü de Hazret-i İsa’nın vefat etmiş olmasıdır. O, İsa aleyhisselamın normal olarak vefat ettiği ve göğe çıkarılma hadisesinin vuku bulmadığı görüşündedir. Bütün ehl-i sünnet tefsir âlimleri ayette geçen müteveffike kelimesini sekiz mana ile ifade ederken Abduh sadece ölüm kelimesi ile açıklamakta ve tefsir uleması yanında onlarca hadis-i şerife de mugayir hareket etmektedir.
Abduh’un talebesi Reşid Rıza ve bunlardan etkilenen günümüzde nice bunların yolunda yürüyen ve Ehl-i sünnet akidesinden bîhaber ilahiyatçı geçinen zavallılar da İsa aleyhisselamın öldüğünü ve bir daha yeryüzüne gelmeyeceğini iddia etmektedirler!
Öte yandan İngiliz Lawrence’leri de bu fikrin üzerinden yeni yollar açmaktan geri durmadılar. İsa aleyhisselamın şahs-ı manevi olarak geleceği tezini kırk yıldır bir örgütün (FETÖ) mensuplarına aşıladılar.
Abduh’un fikirleri, talebelerinden Reşid Rıza tarafından yayıldı. Yazdığı Tefsir-i Menar, Reşid Rıza tarafından tamamlanıp neşredildi. Reşid Rıza’nın, mezheb taklidini reddeden El-Muhaverat isimli kitabı, Türkçeye ilk defa Ahmed Hamdi Akseki tarafından “Mezheblerin Telfiki ve İslam’ın Bir Noktaya Cem’i” adıyla tercüme edildi. Aynı eser son olarak Hayreddin Karaman tarafından neşre hazırlanmış ve Diyanet İşleri Yayınları arasında yer almıştır.
Abduh’un reformcu fikirleri, Selefilik adıyla talebeleri ve sevenleri tarafından günümüze kadar devam ettirilmiştir. Bugün mezhepleri birleştirme ve mezheb sahibi âlimler gibi dinde kendilerini yetkili görmek, Abduh hayranlarının en bariz hususiyetlerindendir…
TEFEKKÜR
Nâdir bulunur tıynet-i kâmilde kusur
Kem-mâyeden eyler ne kim eylerse zuhur
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
04.03.2018 Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/601010.aspx
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"