Son zamanlarda din adına ahkam kesen bazılarının eski veya yeni birtakım söylem ve ifadeleri ortaya saçılmak suretiyle gündem oluşturuldu. Bu durum bilhassa dine ve İslam’a mesafeli hatta düşman kişilerin arayıp da bulamadıkları bir husustur.
Zira bunlar meseleyi doğru mu yanlış mı diye ayırt etmezler. Vurmak istediklerine buradan saldırmayı marifet addederler. Nitekim “Kadınlar Günü” yaklaşırken bu köşe yazarları ve sözde aydınlar böyle bir girişimde bulundular. Bilhassa Nurettin Yıldız’ın asansör vb. konuşmalarını ele alarak Müslümanlara saldırmaya başladılar.
Cumhurbaşkanımız da o gün (kadınlar günü) bir vesilesiyle onların yanlışlarını beyan ederken “güncelleme” kelimesini kullandığında, bu zevata daha başka fırsatlar ortaya çıktı.
“Dinime dahleden bari Müselman olsa”, sözünün gereği bu defa da mütedeyyin Ehl-i sünnet kitlelerle Sayın Cumhurbaşkanımızın arasını açmak üzere manşetler atmaya hatta zil takıp oynamaya başladılar.
Oysa Cumhurbaşkanımız onlar gibi düşünmediğini ve sözünün tashihini en net bir biçimde ertesi gün tam zamanında ve yerinde olarak yaptı.
Bu arada, bütün bunlara din âlimlerinin ve ilahiyat hocalarının cevap vermesi gerektiğini ve yeni FETÖ’lere fırsat verilmemesi hususunu, altını çize çize belirtti.
Bunun üzerine Mehmet Görmez alelacele TRT1’e çıkarak açıklamalarda bulundu. Neden Mehmet Görmez ve TRT1 demekten kendini alamıyor insan.
Zira Mehmet Görmez bir FETÖ projesi olan Kutlu Doğum Haftası’nı kaldırmamak uğruna, neredeyse “harakiri” yaparak Diyanet’in başından ayrıldı.
Bu arada hatırlayınız henüz görevinden ayrılmadan 2017 yılı ramazan ayında TRT ile ortaklaşa Kur’ân-ı kerim okuma yarışması düzenlemişlerdi. Diyanet bu projenin ortağı olduğu halde TRT’yi bu faaliyeti nedeniyle en çok Görmez eleştirmiş, Cumhurbaşkanımız da kendisini son final gecesi tenkit etmişti.
Buna rağmen TRT, neden Görmez’i çıkartarak güya birilerine cevap vermesinin yolunu açtı dersiniz? Görmez, bir yerlere hazırlanmak mı istemektedir? Yıllarca FETÖ’nün faaliyetlerine tek söz etmeyen Ali Bardakoğlu ve Mehmet Görmez ekibi hâlâ Diyanet’te işbaşında mıdır?
Peki Cumhurbaşkanımızın yeni FETÖ’lere yol açılmamalı tedbir alınmalı diyerek dikkat çektiği ve bütün bu tartışmaların odağındaki isim olan N. Yıldız’a, İslamoğlu ve Taslaman gibilere bunların tek açıklaması olmuş mudur? Görmez Diyanet’in başında iken Yıldız’ı, hangi görevlerde bulundurmuş ve nerelerde vaizlikler yaptırmıştır, bunlar unutuldu mu?
Bu arada Yıldız’ı savunanlar da şunlara cevap aramalılar: N. Yıldız bugüne kadar Ehl-i sünnete uygun düşmeyen hangi ifadesinden rücu etmiştir. Umuma hitap eden hangi yanlışından vazgeçmiştir?.. Kapalı kapılar ardındaki özür dileyişler umumu hiçbir zaman bağlamaz.
N. Yıldız’ın hezeyanları
Yıldız’ın zaman zaman benim TV’lerde de tenkit ettiğim ve tırnak içerisinde verdiğim şu sözlerine dikkat kesilelim:
Son dönemlerde bilhassa Ramazan ayında Enderun teravihini kıldıranları hedef edinerek, “Hilafet makamını hak etmediği hâlde işgal eden Osmanlı’nın, son yeteneksiz padişahlarının zevk-i sefasını (Enderun teravihini) ibadet diye bana sunuyorsun…” derken Osmanlıları tahkir etmektedir.
“Keşke Fatih yedi dil öğreneceği yerde, bir tane tefsir kitabını da baştan sona okumuş olsaydı ve tasavvuf yönü de ilerlemiş olsaydı...” Fatih Sultan Mehmed’in tefsir hocalarını hiç duymamış demek ki.
“II. Abdülhamid piyano çalmaktan Aziz Mahmud Hüdai’nin yanına gitmeye fırsat bulamadı” sözüyle cehaletinin boyutunu ortaya koymakta II. Abdülhamid Han’ın Aziz Mahmud Hüdai’den üç asır sonra yaşadığının farkında bile olmadığını belli etmektedir.
“Kanuni 100 kere şeyhülislama sorduysa 300 kere de tembih etmiş. Ölmeden fetva kâğıtlarının kabre konmasını istemiş ama o kâğıtlar seni kurtaramaz!” Peki neden kurtaramaz? Ne yapmış da kurtaramaz? Bir tane günahını söyleyebilir mi? N. Yıldız bu sözleri Muhteşem Yüzyıl dizisinin tesirinde kalarak mı söylemektedir acaba?
Yine Kanuni için “Viyana önlerine kadar gideceğine bir kere hac etmiş olsaydın” demektedir. Cihadın ne olduğunu bilmemesi bir yana Abdülhamid Han’ı dinlememekle itham ettiği Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinin “Padişahlara hac gerekmez” sözünü bilmiş olsaydı keşke!..
Yıldız’ın ithamları sadece Osmanlılarla sınırlı kalmamıştır. Hâlâ internette dolaşan videolarında geçen şu sözleri Müslümanları rencide etmektedir:
“Resulullah bile kâmil değildi, mürşid nasıl kâmil olur?”
“Âdem (aleyhisselam) çocuklarını yetiştirmeyi beceremedi.”
“(Hazreti) Ebubekir (haşa) bir hurma fidanı için ağzını bozmuştur, kelepir gelmiş sana, acından ölecekmiş gibi bir hurma fidanı için ağzını bozabiliyor… Mal sevgisi ve şehvet tehlikesinden Ebubekir’in bile garantisi yoktur”.
“(Hazreti) Ebubekir bizim hayatımıza ulaşamaz. Gelsin internet çağında bir Ebubekir Sıddık olsun göreyim onu…”
Mevlit kutlayanları Hıristiyanlara benzeten Yıldız, vefat edenin de ruhuna Kur’ân okunmaz diyebilmektedir.
Yine Peygamber efendimizden şefaat isteyenleri “Şefaat Ya Resulullah’mış! Bırakın bu edebiyatları!” diyerek aşağılamaktadır.
Yoksa N. Yıldız’ın Kanuni Sultan Süleyman’a düşmanlığı padişahın;
Umarım her adın başka şefaat eyleye,
Ahmed ü Mahmud’u Ebü’l-Kasım Muhammed Mustafa.
Beyti nedeniyle olmuş olmasın!
İbni Teymiye’nin tesirinde!
N. Yıldız’ın İbni Teymiye’nin tesirinde olduğu ifadelerinden açıkça belli olmaktadır. Nitekim İbni Teymiye’ye; “tıpkı İmamı Azam gibi, İmam Malik gibi ve onlarla aynı şartları bire bir taşıyan bir müctehid idi”diyerek övgüler dizerken; döneminde ona karşı duran Ehl-i sünnet büyüklerini de “İbni Teymiye’ye düşmanlık eden âlimlerin hepsi mide bağıyla bir yerlere bağlıydı, İbni Teymiye onların düzenine çomak soktu”diyerek kötülemektedir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin övdüğü Osmanlıların kuruluşunu müjdeleyen Muhyiddin-i Arabi ve Sadreddin Konevi hazretleri için, “Muhyiddin-i Arâbi ve Sadreddin Konevi Batı’nın mikroplarını Müslümanlara taşımıştır, yeni bir din ihdas etmişlerdir” diyerek tekfire varan beyanlarda bulunmaktadır.
O Sadreddin Konevi ki, (v.1274) Hazreti Mevlana’nın zamanında Konya’da yaşayan en büyük âlimlerden olup, Şeyh-i Kebir diye anılmaktaydı. Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin üvey oğlu olmak hasebiyle, onun en yakını ve ona nisbetle kurulan Ekberiyye Tarikatı’nın en tanınmış mümessili idi. Muhyiddin-i Arabi gibi büyük bir velinin üvey oğlu olmak, onun terbiye ve irşadı ile yetişmek, her şeyhe nasip olacak bir mazhariyet değildi. Sadreddin Konevi onun eserlerini şerh etti. Tasavvufta olduğu kadar, şer’i ilimIerde ve fen ilimlerinde de çok ileri gitmişti. Bilhassa hadis ilminde en yüksek dereceye ulaşmıştı. Dergâhına zamanın emirleri, beyleri, bilginleri, vezirleri, sultanları devam eder, feyiz alırlardı. Bu büyük âlimi karalamak ve kötülemek kimin haddinedir?
Evet, Nurettin Yıldız’ı savunmak isteyenler elli defa düşünmelidir. O, bunları ifade ettiği videolarının büyük kısmını tepkiler üzerine kaldırtmış olsa bile hiçbir sözünden döndüğüne dair tek bir videosu yoktur. Yeri geldiğinde İslam’a saldırmak isteyen mihraklar onun bu hezeyanlarını hep kullanacaktır.
Peki Yıldız’ın bütün bu ifadelerine ve daha fazlasını söyleyen İslamoğlu’na karşı Görmez, Bardakoğlu ve İlahiyatçılar neden sessiz durmaktadır? Bu fikirlerin yanında mıdırlar?
Yoksa Cumhurbaşkanımızın milletimizin temiz inanç ve itikadını bozmak isteyen asıl bu mihraklara karşı dikkatli olmaları gerektiği uyarısını almadılar mı?
TEFEKKÜR
Nadanlar eder sohbeti nadanla telezzüz
Divanelerin hemdemi divane gerekdir
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
01.04.2018 Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/601498.aspx
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"