Peygamber efendimizin bir hadis-i şerifinde buyurduğu üzere cömertlik zenginde, vera âlimde, sabır fakirde, tövbe gençte, hayâ kadında ve adalet de idarecide olursa daha güzeldir.
Türkiye’nin idaresine namzet ana muhalefet liderinin elinde "adalet" yazısını görünce açıkçası üzülmeden edemedim. Acaba adalet mefhumunun ne olduğunu tam olarak biliyor mu? Acaba adaletname diye bir şey duydu mu? Ve acaba “toplu iğne bile üretemiyor” diye kötülediği Osmanlı’nın adaletinden haberdar mı?
İnsanlar genelde kendine dokununca bağırmaya başlarlar. Ülkeyi yönetmeye talip olan birisi böyle mi olmalıydı? Ancak kendi partisinden birisi ceza yiyince Ankara’dan İstanbul’a yollara düştü.
Peki 249 eve ateş düşüren ve yüzlerce vatandaşımızı sakat veya yaralı bırakan ülkeyi yok oluşun eşiğine getiren 15 Temmuz darbe teşebbüsünün mağdurlarını görmezden gelip onların hakkını bir kez olsun samimiyetle savunmayınca senin adaletine kim inanır ve kim güvenir!..
Adalet, halkın dirliği ve düzeni idarecilerin ise süsü ve güzelliğidir. Ana muhalefet lideri muhtemelen bu tarifi hiç duymamıştır. Zira duymuş olsa halkı sokağa dökecek ve anarşiye yol açacak işlere adım atmazdı.
Bir muhalefet lideri adaletin nerede aranacağını bilmez mi? Yolda yürürken binlerce insanın zamanı kayboluyor. Perişanlık çekiyor. Peki, bu zulüm değil midir? Başkalarının hakkına girmek bir gasp değil midir? Her kararı beğenmeyen yollara düşse bu ülkede dirlik ve düzenlik kalır mı? Sen yürürken hak olacak, ben yürürken olmayacak mı? Yarın neyi nasıl savunacaksın? Mahkemeler ne içindir? Bu işin temyizi üst mahkemesi yok mudur? Avukatları yok mudur?
Kaldı ki belgeleri sabit olarak askerî ve siyasi casusluktan, devletin gizli kalması gereken belgelerini ifşa etmekten ceza yemiş biri için yürüyorsun! Gariban bir vatandaşın hakkını bu kadar içten arayabilseydin, haklı olduğun bir meselede bütün vatandaşlar da seninle beraber olurdu. Şu hareketin dahi davanda haklı olmadığını; hatta başka kumpasları başka senaryoları akla getirmekten başka bir işe yaramıyor!
Adalet ustalarını tanımak gerek!
İlk Osmanlı tarihçilerinden Ahmedî, Dastân ve Tevârih-i Mülûk-i Al-i Osman isimli eserine Osmanlı padişahlarının âdil idaresini işaret ederek şöyle başlamıştı:
Zulüm, kanun ve düzen maskesine sokulunca,
Halk tarafından kolaylıkla adâlet sanılır.
Bu zulmün ustalarının hikâyesi çok nakledildi,
Gelin şimdi adâlet ustalarını, Osmanlıları anlatalım.
Hem Müslüman hem de âdil olan,
Bu hükümdarları tanıyalım, kutlayalım.
Tarihini unutursan tarihinden uzaklaşırsan yollarda adalet aramaya kalkarsın. Adaleti kimse yollarda bulmadı ve yollarda kaybetmedi. Adaletin hem kaybı ve hem de kazanılması ancak adil kanunlardan ve hüküm dağıtanlardan geçmektedir. Öyleyse asıl iş geleceğin adalet dağıtıcılarını kim ve ne olursa olsun haktan ve hukuktan ayrılmayacak şekilde yetiştirmektir.
Bir zamanların adalet bakanı Mehmet Moğultay 1995 yılında “Ben CHP’lileri işe almayacağım da MHP’lileri mi alacağım?" derken hakka, hukuka, ehilliğe mi önem veriyordu? Yoksa ideolojiye mi? O gün bu yanlışlara tek söz etmeyip hatta alkışlayanların bugün adalet yazısını yükseltmeleri öyle sırıtıyor ki!..
Evet, adalet kurumu ülkemizde yara almıştır. Bunun mutlaka düzeltilmesi gerekmektedir. Ancak bu iş Enis Berberoğlu’na feda edilirse yara kangren hâline gelir. Asıl üç ay sonraya gün verilip "bugün git, yarın gel" mantığı ile hareket edildiği, bir davanın ilgili mercie varmasının dahi aylar aldığı bir ülkedeyiz. Keşke muhalefet partileri bu haklı şikâyetlerle uğraşsaydı. Keşke vatan uğruna şehit düşenlerin katillerine idam cezasını gündeme getirip yüreklere su serpebilseydi. Her gün su içer gibi cinayet işlenmeye devam edilen ülkemizde bunları önleyici cezalara kafa yorabilselerdi. Yoramazlar! Zira geciken adaletin zulüm sayıldığı bir tarihten geldiklerinin idrakinde dahi değiller.
Bugün Türkiye’de sıradan vatandaşlar dahi haklı olarak ülkede adalet mekanizmasının işlediğine ne yazık ki inanmıyor. Peki, bu vaziyet bugünün meselesi midir? Bunu düzetmek yine müfredattan geçmeyecek mi? İdarecilerimiz ve üniversite hocalarımız kim ve makamı ne olursa olsun kararlı, dik duruşlu savcı ve hâkimleri yetiştirmedikçe adalet yara almaya devam edecektir. Adaletin yara alması devlet gemisinin harap olmasıdır.
Hele de Enis Berberoğlu konusunda yürümek için önce milletin vicdanında aklanması gerekmektedir. Bu işin CHP milletvekili ceza yiyince başlatılması ayrı bir sakillik konusu olmuştur.
Hayırla yâd edilen dayak!
Buyurunuz tarihimizden adalet zihniyetine ibretlik bir bakış örneği!
Peygamber efendimizin “ne güzel sultan” tanımlamasına nail olan Fatih Sultan Mehmed’in İslamiyet’e bağlılığı ve adalet kurumuna saygısı pek yüksekti. Cihat yolundaki gayretinin yanı sıra dinin emir ve yasaklarının uygulanışına da büyük titizlik gösterirdi. Vezir ve beyleri şer’i kurallara son derece bağlı olup onun dairesi dışında hiçbir işe ruhsat verilmezdi.
Dönemin âlimlerinden Molla Bahaeddin Edirne’de kazasker iken Enderun ağalarından olup çok sevilen ve geleceği parlak görülen Davut Ağa bir fesada sebep olmuştu. Mahkemede naib (kadı vekili) onun bu hareketine gazap gösterip menetmeye teşebbüs edince Davut Ağa kendisini dövmeye cüret etti. Fatih, bu olayı haber alınca İslam’ın emir ve yasaklarını uygulattıran ve adaletin temsilcisi olan kişinin böyle tahkir edilmesine çok canı sıkıldı.
Bu durumu dinin ve adaletin tahkir edilmesi olarak görüp Davut Ağa’nın derhal öldürülmesi emrini verdi. Divandaki vezirler ne kadar şefaat etseler de faydası olmamış ve Fatih kararından dönmemişti. Nihayet vaziyetin hallini Molla Bahaeddin’den rica ettiler. Molla Bahaeddin Padişaha gelerek;
“Naib gazabı hasebiyle yerinden kalkınca üzerinde kazanın naipliği kalmaz ve onu naib iken dövmüş olmaz, binaenaleyh dini tahkir etmiş değildir” diyerek Fatih’i kararından vazgeçirmeye muvaffak oldu.
Davut Ağa bir müddet sonra İstanbul’a gelerek Fatih’in huzuruna girdi ve affedilmesini diledi. Fatih ise gizlice hazırlattığı bir sopa ile onu bir güzelce döverek İslamiyet’in kadrine hürmetini gösterdi. II. Bayezid zamanında veziriazam olan Davut Paşa, kendisini dört ay hasta yatıran bu dayağı intibahına (gafletten uyanmasına) vesile sayıp daima Fatih’in ruhunu hayır ile yâd edermiş.
TEFEKKÜR
Adalet bais-i kurb-ı Hudadır
Nitekim zulmeden Hak’dan cüdadır
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
18.06.2017 Türkiye Gazetesi
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"