14 Mayıs günü gazetemizin manşeti “Yüzyılın Seçimi” şeklindeydi. Bu başlık bir abartı olmayıp gerçeğin ta kendisiydi. Zira görülmeyen özellikler taşıyordu. Seçim sath-ı mailine neredeyse iki yıldır girilmişti.
Kılıçdaroğlu liderliğinde altı parti birleşmiş ve “Altılı Masa” namıyla onlarca kez toplanmıştı. Örtülü desteğiyle HDP de masanın gizli ortaklarından biri olarak kabul edilmişti.
Seçimi kazanmışlar gibi programlar hazırlanmıştı.
Öyle ki sistem tartışmaları dahi günlerce sürmüş “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” gündemimize girmişti.
Cumhurbaşkanı adayını ise bir türlü belirlemiyorlardı. Onu en kolay gördüklerinden olacak en sona bırakmışlardı. Bu durum masanın gizemini gittikçe artırıyor ilgiyi hep üzerinde tutuyordu.
Pandemi ile birlikte son üç yıldır ekonomik durumun sarsılmış olması ve hayat pahalılığı kendilerine aradıkları güveni ve fırsatı da vermişti.
Yüzde altmış oy alarak geliyorlardı, yargılıyorlardı, mahkûm ediyorlardı. Özerklik tanıyorlar, yargıya müdahale edip hapistekileri çıkarıyorlardı… Terörle mücadelede ve ülke güvenliğinde yüz akımız olan İHA, SİHA, Akıncı vs. silah sanayiine son veriyorlardı.
Petrol kuyularını, TOGG’u, TCG Anadolu’yu küçümsüyorlardı.
Hizmetlerin hiç birini görmüyorlardı.
Kendilerine göre batmış bir ülkeyi kurtarmaya geliyorlardı. Ülkede tek adam rejimi ve “diktatör” vardı. O tek adam ve diktatör niçin seçim kararı aldı onu dahi düşünmüyorlardı.
Bir taraftan da toplumu hep gergin tutmaya çalışıyorlardı. “Depremi vesile ederek seçimi iptal edecek” dediler. Diktatör dedikleri ise “seçim, zamanında olacak” dedi. “Son anda savaş çıkarır” dediler. Kendileri söyledi kendileri inandı…
Düşündüklerinin hiçbirisi gerçekleşmedi. Çünkü onlar yalanı yaymakta ve fakat üç gün geçmeden eskisini unutup yenisini vizyona sokmakta çok mahirdiler!..
Diktatörlük öyle mi?
Seçim sancısı sadece ülkemizin içinde değildi. ABD ve avanesi belki ilk defa bu denli seçimin tarafı oldular. ABD Başkanı Biden, daha başkanlığa seçilmesinin akabinde “her ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ı yıkacağız, bunun için de Türkiye’deki muhalefet güçlerini sonuna kadar desteklemeliyiz” demişti. Bunun için de ülkemizi zora sokacak ekonomimizi baltalayacak önemli yaptırımlar uyguladı.
Avrupa’da basın ve yayın kuruluşları Erdoğan aleyhinde devamlı propaganda yaptılar. Türkiye’de demokrasinin olmadığını ifade ederek her vesile ile Erdoğan’a kin kustular. Aslında onların demokrasiden ne anladıkları Irak’ta ve Mısır’da görülmüştü.
Türkiye için de aynı demokrasi gömleğini hazırlamışlardı.
Bir dönem Türk askerinin başına çuval geçirdikleri gibi bu defa da Türk milletinin başına çuval geçireceklerdi.
Ancak Türk milleti 2011 yılından beri bu büyük oyunu sezdiği için tetikte idi.
II. Abdülhamid Han’dan başlayarak rahmetli Menderes, Özal ve Erbakan’a karşı oynanan oyunları, kurulan tuzakları ezberlemişti.
Sayın Erdoğan’ı bu Batılı leş kargalarına yedirtmemeye azimliydi.
“Yüzyılın Seçimi”nde büyük bir oy farkıyla hem Cumhur İttifakı’na hem de sayın Cumhurbaşkanına teveccüh gösterdi. Cumhur İttifakı Meclis’e 323 milletvekili ile güçlü olarak girdi.
Cumhurbaşkanlığında ise sayın Erdoğan kıl payı bir oyla ilk turda işi bitiremedi ise de ikinci tura büyük bir moral motivasyon ile girecek bir güç ve avantaj sağladı.
Türk milleti, “diktatör dediğiniz adam %49,5 oyla ikinci tura kaldı” gerçeğiyle demokrasinin nasıl uygulandığını da Avrupa ve Amerika’nın suratına izi çıkmayacak bir şekilde çarptı. Tabii bir nebze de olsa utanma duyguları varsa!..
Dikkat: Gelecek kimin?
Bu arada millet, seçim ile birlikte siyasi partilere pek çok mesaj vermiştir.
Bir defa bölücülüğe asla rızası olmadığını göstermiştir.
CHP’ye hiçbir şekilde güvenmediğini bir kez daha ifade etmiştir.
Sosyal medyaya itibar etmediğini, araştırma şirketlerinin algı operasyonlarına kanmadığını net bir biçimde ortaya koymuştur.
Döneklere zerre değer vermediğini açıkça vurgulamıştır.
Öyle ki Kılıçdaroğlu’na nasıl bir garanti verdilerse neredeyse onar on beşer milletvekili koparan Millet İttifakı ortakları %1’i dahi göremeyecek ve sıfır çekeceklerdi.
Bu hâl CHP’nin başını ileriki günlerde mutlaka ağrıtacak ve partide köklü değişikliklere yol açacaktır.
HDP erimeye başlamıştır. Bunda mutlaka AK Parti’nin son yıllarda terörü bitme noktasına getirmiş olmasının rolü büyüktür.
Hâlâ sertlik dilini kullanan HDP, aynı minval üzere devam etmesi hâlinde daha da eriyecektir.
MHP oylarını biraz artırmış, İP ise az kayıpla çıkmış dolayısıyla bir sıçrama gösterememişlerdir. Bu noktada seçmenin karşısına daha köklü projelerle çıkmak zorunda olduklarını düşünmelidirler.
Bilhassa İP’nin, uygulamalarını tenkit eden önemli milliyetçi isimlere kapıyı göstermesi ve neredeyse kayıtsız CHP’nin güdümünde hareket etmesi kazanmakta olduğu büyük prestiji tersine doğru çevirmiştir.
Bilhassa seçim tarihinin belli olduğu günlerde Cumhurbaşkanı adaylarını belirleyecek oldukları toplantıdan hışımla ayrılıp terk ettiği masaya, iki gün sonra dayak yemiş gibi geri dönmesi Akşener’in liderlik vasfını da sorgular hâle getirmiş ve bunun sandığa yansıdığı anlaşılmıştır.
AK Parti ise içte ve dışta yıkıcı muhalefete rağmen seçimden büyük bir zaferle çıkmıştır. Buna karşılık bir önceki seçime göre yaklaşık %7 oy kaybına uğramıştır ki bu ciddi bir orandır. İnanıyorum ki sayın Erdoğan ve parti kurmayları bunu ciddiyetle değerlendirecektir.
Yorumcular bu kaybı genelde ekonomi ile izah etmektedirler. Ben açıkçası aynı görüşte değilim. Böyle bir durumda küskün oyların büyük oranda muhalefete akması gerekirdi. Hâlbuki öyle olmadı. Önemli oranda ittifak içindeki MHP ve YRP’ye gitti.
Öyleyse bunun başka bir sebebi olmalıdır.
Bana göre bunun en büyük sebebi birtakım uygulamaların aile yapımıza vurduğu darbedir. İstanbul Sözleşmesi, 6284 No.lu kanun ve süresiz nafaka gibi uygulamalar aile birliğimizi altüst etmiştir. Son beş senedir en çok şikâyet edilen konu bunlardır.
Her ne kadar İstanbul Sözleşmesi Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından çöpe atılmış ise de bunun uygulamadaki yansımaları olan 6284 ve süresiz nafaka olanca yıkıcılığı ile devam etmektedir.
Son on yılda parçalanmış ailelerin miktarı ve evinden uzaklaştırılanların sayısına bakınız. Mutlaka size bir fikir verecektir.
AK Parti bu sıkıntıları sadece görmezden gelmekle kalmadı. İçindeki bir grup vekil bunları neredeyse CHP’li vekillerden daha bir şiddetle savundu.
İşte AK Partiye gönül verenleri küstüren de bu oldu.Hatta YRP ile birleşme sürecinde bazı bayan vekillerin “kadının beyanı”nı esas alan 6284 No.lu kanunu “kırmızı çizgisi” ve “dokunulmaz” olarak görmesi AK Partiye gönül verenleri iyice kahretti. Küskünleri neredeyse partiden koparttı.
Onlar buna “kadını koruyoruz” diyerek kılıf da buldular. Katılmayanı kadın düşmanı olarak yaftaladılar!..
Hâlbuki tek taraflı beyanın esas kabul edilmesi, hiçbir hukukçunun kabul edeceği bir husus değildir. İftiraya ve zulme kapı aralayan bir uygulamadır.
Üç gün evli kalmış birinin ömür boyu nafakaya mahkûm edilerek süründürülmesi ise bir bakıma yeniden yuva kurmasının önünün kesilmesi demek olup şu güne kadar çözülmeyen bir başka yanlıştı…
İşte bu noktada AK Parti seçmeni “beni duymuyorsun ve beni dinlemiyorsun” diyerek son bir ikaz yaptı.
Sayın Cumhurbaşkanımızın son seçimi olduğu da göz önüne alınırsa yeni hükûmetin bu konularda köklü değişikliklere gitmesi şarttır. Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımıza büyük görev düşmektedir. Zira bunu ancak o gerçekleştirebilir. Bu gerçekleri gören AK Parti vekilleri de, milleti rahatsız eden ve aile yapımızı sarsan uygulamalara artık kayıtsız kalmamalıdır. Aksi hâlde gelecekte siyasetin bambaşka noktalara yöneleceği açıktır.
YRP dışında mevcut partilerin bu noktada kayıtsız şartsız Batı’ya teslimiyetleri ve ilk iş olarak İstanbul Sözleşmesi’ni geri getireceklerini her vesile ile beyan etmeleri, onların da gittikçe erimelerine yol açacaktır.
İleride sadece bu sebeple YRP’nin gittikçe güçleneceğine şahit olacaksınız…
TEFEKKÜR
Sel gider kum kalır âhir buna âlem derler
Eyleme âşık-ı üftâdeni ağyâra fedâ
Enderunlu Vâsıf
(Buna dünya derler, sel gider kum kalır sonunda,
Eyleme sana sevdalı âşığını ellere feda.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
19.05.2023
Türkiye Gazetesi
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"