Çıktım erik dalına anda yedim üzümü,
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu!
Yunus Emre hazretleri, erik dalından üzümü nasıl yemişti? Bostan sahibinin kızmasından ağacın başkasına ait olduğu anlaşılıyordu. Ancak bostan sahibi erik dalında üzüm yiyen adama cevizimi (koz) neden yiyorsun diyerek paylamıştı! Şiirin ihtiva ettiği şu manaları değerlendirirken Yunus Emre, aklını yitirmiş delilerden mi bahsediyor diye düşünebilirsiniz.
Hâlbuki Yunus Emre’nin, tamamen muamma tarzında yazmış olduğu şiiri sanki bugünü işaret ediyordu. Evet ama Yunus bugünleri rüyasında görerek yazmadı. Demek ki aynı zihniyette kişiler o gün de mevcuttu.
Bunlar bağnaz, dar ve kısa görüşlü olup sadece kendi aklının esiri olmuş kimselerdir. Örnek aldıkları şahıslar da kendilerinden farksızdır. Bunlar peygamber efendimizi, Eshâbını ve müctehid âlimleri ölçü almakta son derece cimridirler. Hatta cimrilik bir yana kabul dahi etmezler. Kendi akıllarının daha üstün olduğuna inanır ve sadece kendilerini beğenirler.
Yunus’un bu beytini o günlerde nasıl anlamış ve yorumlamışlardı bilemiyorum.
Fakat Süleymaniye Kütüphanesi’nde doçentlik tezimle ilgili çalışmalar yaparken küçük bir risale dikkatimi çekmişti. Yunus Emre’nin gazelinin şerhi olan bu risale, Niyazi Mısrî hazretlerine aitti.
Büyük tasavvuf âlimi Niyazi Mısrî hazretleri gazeli sadece şerh etmekle kalmamış birkaç beytini şerh ettikten sonra gazelin sahibi Yunus Emre’ye rüyada mülaki olarak tasvibini de almıştı.
Bugün günümüzün dinî anlayışına ışık tutması açısından önemli olan bu gazelin ilk iki mısraını açıklayacağım.
Mürşitsiz çıkma yola!
Yukarıdaki mısrada Hazreti Yunus, zahirde her meyvenin bir ağacı olduğu gibi her amel ağacının da bir başka meyvesi ve yemişi olur. Buna benzer şekilde her ilmin de ona mahsus aletleri vardır. Bu aletler ile hâsıl olur ve yerine gelir.
Mesela zahir ilimlerinin ortaya çıkarılmasının aletleri, lügat, sarf, nahiv, adab, mantık, meani ve hikmet, hey’et, kelam, hadis, usul, fıkıh ve tefsirdir.
Batın ilminin kazanılması olgun bir mürşidin terbiyesi ile fasılasız zikir, az yemek, az uyumak, az konuşmak ve halvettir, yalnız kalmaktır. Hakikat ilminin aletleri ise her işinde sadece Hakk’ın rızasını elde etmektir.
Merhum Yunus Emre, erik, üzüm ve ceviz ile İslam’ın üç ana kolu şeriat, tarikat ve hakikate işaret etmekteydi. Zira eriğin dışı yenir içi yenmez. Erik gibi olan meyvelerin cümlesi amelin zahirine misaldir.
Üzüm gibilerin cümlesi ise amelin batınına misalidir. Zira üzüm hem yenir ve hem nice nimetler ondan zuhura gelir. Pekmez, turşu, sirke ve bunlara benzer nice türlü nimetler hâsıl olur. Lakin içinde bir miktar riya ve tezkiye çekirdeği olmakla batın ameline denilir, hakikate denilmez.
Ceviz ise hakikate misaldir ki içinde asla yabana atacak bir şey yoktur. Hem yenir ve hem nice marazlara ve illetlere şifa hâsıl olur.
Öte yandan bir kimse erik yiyecekse erik ağacına gider. Üzüm talep ederse asma ağacına varır ve ceviz canı isterse ceviz ağacından toplar.
Şayet her kim üzümü erik ağacından talep eder orada ararsa o kimse ahmak ve cahildir. Çorak yere ekin ekip boş yere zahmet çeker. Bütün emeği heba olur, çektiği çile de yanına kâr kalır.
Şimdi her kimse zahir amelinin doğru olup olmadığını bilmek isterse onu şeriattan ve erbabından talep eder, ilmihal kitaplarına müracaat eder. Ondan bilip öğrenip amel eder. Şayet batın amelinin salahını, fesadını, tenezzülünü ve terakkisini bilmek isterse mürşidin telkini ve dersleri ile yoluna devam eder.
Bu yolları aşmış bir kimse hakikat ilmine varmak ve kendini bilmek arzu kılarsa, mürşid-i kâmil terbiyesi, büyük perhiz ateşi ile nefsin bütün sıfatlarını yakıp masivayı reddederek elde edebilir. Yolu ve adabı ile talep olunursa ümittir ki az müddetle maksat hasıl olur.
Şimdi gelelim ana noktaya: Hazreti Yunus diyor ki; bir kimse zahir amelini işlerken ben batın ilmini ve ilm-i hakikati zahir ameli ile ele getirip tahsil ederim dese ve birçok zahmetler çekse mesela kendiliğinden esmaullaha müdavemet eylese ve oruçlar tutup halvetler çekse o kişinin hâli erik ağacından üzüm yemeye çalışmaya benzer.
Bostan ıssından (sahibi) maksadı ise mürşid-i kâmildir. “Niçin kozumu yersin” diye azarladığı tembihtir. Niçin olmaz yere riyazet çeker, mücadele eder yorulursun? Üç ilmi bir amel ile elde edebileceğini mi sanırsın? Zira her birinin başka ameli, muallimi ve mürşidi vardır.
Bunun hariçte bir misali de şu şekildedir: Bir kimse pazara çıkarak marangozluk aletlerini satın alsa ve onlarla ol sanatı işlemeye başlasa, evvelce yapmadığı ve bir usta yanında çalışmadığı için beceremeyecek ve hangi aletle ne işleneceğini bilemeyecektir. İşin ustası onu gördüğü zaman şöyle diyecektir:
“Bre sanat uğrusu, küstah! Bu bizim aletlerimizi niçin eline aldın?..” Hâlbuki o adam bunları parasıyla pazardan satın almıştı. Oysa usta o sanatın sahibi olduğu için, “o aletleri niçin kullanırsın?” deme yetkisini kendinde bulmaktadır. Zira o cahil adam sanatı bozmaktadır.
Mürşid-i kâmiller de tarikat ve hakikat bağının malikleridir. Şeriatı bilmeyen, âlim ve peygamber tanımayanlar bırakın tasavvuf lezzetinden tat almak için çalışmayı, tasavvufa inanmaz ve reddederler. Maalesef bu ülke, tasavvuf profesörleri olduğu hâlde tasavvufu inkâr eden hoca müsveddelerini çok gördü ve görmeye de devam etmektedir!
Zift turşusu yeme!
Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım,
Nedir diye sorana bandım verdim özünü…
Yunus Emre bu ve bunun gibi Ehl-i sünnet âlimlerine inanmayan, Peygamber efendimizi tanımayan felsefî fikirlerle ahkâm yürütenlerin hâlini kazana kerpiç koyup poyraz ile kaynatarak yiyen ve yedirmek isteyenlerin hâline benzetir. Bunların fikirleri hükümleri batıldır. Zira naklî değildir. Onun için gazelde bu fikirler yenmesi uygun olmayan kerpiç ile tesmiye olunmuştur. Poyraz ile kaynatılmaya çalışılması ise Peygamber efendimizin sünneti ve mürşidin telkini olmadığına işarettir. Zira poyraz, ateşi yakmak bir yana bilakis söndürecektir!
Şimdi, bir kimse kendi ne yerse, isteyene de ondan verir. Fakat pişirir gibi yaptığı çamur yenmeye yaramadığı gibi bunun gibi perhizden ruh gıdası hâsıl olmaz. Hatta çamur yiyenlerde marazi hastalıklar oluşacağı gibi bu fikirlerden de kalp rahatsızlıkları meydana gelir. Şeytanın vesveseleri ile de sonunda kalbi ve ruhu helak olmaya doğru gider.
İşte ekseriya küfre düşenler bunlardan meydana gelir. Birisi bunlara kapılırsa kar gibi soğutup buz gibi dondururlar. Bunlardan aslandan kaçar gibi kaçmalıdır. Allah yolundaki yolculara mezhebinin âlimlerine uymak yetişir…
Yunus Emre’nin uzun gazelindeki şu iki beyti ve devamı; Peygamber, âlim ve mürşit tanımayanların varacağı noktayı muazzam bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira mürşitsiz yola çıkanların hâli hangi meyvenin hangi ağaçta bittiğini bilmeyen ve gönlü üzüm istediğinde erikte biter sanan ve erik diye ceviz ağacına giden kimse ve cümle renkleri siyah sanan âmâ gibi olur.
Peygamber efendimizden bugüne gelen İslam inanç ve yaşayışını geleneksel diyerek küçümseyip, millete çamur ve hatta yine Hazreti Yunus’un ifadesiyle zift turşusu yedirmek isteyenlerin bozuk yazılarını, insanı dinden imandan eden fikirlerini beyan etmeye ve göstermeye devam edeceğiz…
TEFEKKÜR
Gönlü yüksekte gezer, dembedem yoldan azar,
Dış yüzüne ol sızar, içinde ne var ise…
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
16.11.2018
Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/605154.aspx
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"