Kışla Camii

Kışla Camii

Geçen haftaki yazımda Taksim Camii’nin yapılış serüvenini kaleme alırken evvelce yerinde Kışla Camii’nin olduğundan bahsetmiş ve onun hazin hikâyesini gelecek hafta anlatalım demiştik.

Bu konu gerçekten büyük önem arz etmektedir.

Zira son dönemlerde Sultan Vahideddin Han için “Cami satan adam” diye devamlı karalama kampanyalarının yapıldığına şahit olmaktayız.

Hatta meşhur bir köşe yazarı sırf bu sebeple kendisine “Sultan Mahvettin” diyerek hakaret edici bir yazı kaleme almıştı.

Vahideddin Han’a cami sattı diye saldıran bu adamları cami dostu, gece gündüz camiden çıkmayan adamlar ve ihtiyaç olan her yere cami yapılsın diye gayret gösteren insanlar sanırsınız. Oysa böyle bir şey yok!

Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfı olan Ayasofya, aslına rücu etsin dersiniz, en fazla onlar karşı çıkarlar.

Taksim’e hem de büyük bir ihtiyaç olduğu hâlde cami yaptırmak istersiniz, kale gibi karşınızda dururlar.

Cami yaptırtmamayı en büyük marifet addederler.

Nedir bunların dertleri, anlamak imkânsızdır.

Vahideddin Han’ı ise, “cami sattı” diye neredeyse yolda bulsalar asacaklar zannederseniz.

Peki Vahideddin Han’ı, sattı diye yaygara kopardıkları Kışla Camii’nin hazin hikâyesi ne idi? Görelim bakalım...

Son dönemde meşhur olan adıyla Taksim’de Gezi Parkı’nın bulunduğu mevkide, XIX. yüzyılın hemen başında Osmanlı ordusunun topçu sınıfı için büyük bir askerî kompleks inşa edilmişti.

Sultan III. Selim Han döneminde yapımına başlanan eser tam bitme aşamasına gelmiş iken Kabakçı Mustafa İsyanı dolayısıyla gecikmiş ve IV. Mustafa Han döneminde Temmuz 1808’de tamamlanabilmişti.

Bu topçu kışlasının içerisine askerlerin namaz kılması için çok zarif ve güzel bir cami de inşa edilmişti.

Cami, masraflarının karşılaması için III. Selim Han’ın validesi Mihrişah Valide Sultan’ın vakfına bağlandı.

Buradan caminin gayri sahih vakıflardan olduğu anlaşılmaktadır. Zira devlet hazinesinden yaptırılmış olup sadece masrafları Mihrişah Valide Sultan vakıflarından giderilecekti. Dolayısıyla ileride bu caminin ihtiyaç vukuunda başka bir yere nakli hukuka aykırı bir durum değildir.

Bunu anlamak için vakıf mevzuatını bilmek gerekir. Cahil ve şaşı bakışlı olmamak lazımdır.

Kışla Camii, kubbeli tek minareli, fevkani, minberli ve hünkâr mahfili olan küçük bir cami idi. Sultan Abdülmecid Han döneminde 1847 yılı Şubat’ında, şiddetli fırtına sebebiyle minaresi yıkılmış ve büyük zarar görmüştü.

Bu sebeple camide geniş çaplı bir tamir yapıldı. Minaresi kesme taştan olmak üzere yeniden inşa edildi. Kubbenin kurşunları ve pek çok aksamı yenilendi.

Kışla Camii, Sultan Abdülaziz Han devrinde 1863-66 yıllarında yine kapsamlı bir tamirat gördü...

II. Abdülhamid Han döneminde caminin yine bakıma muhtaç olduğu ve 1893-95 yılları arasında neredeyse yeniden yapılırcasına yenilendiği arşiv belgelerinde görülmektedir.

Ancak Sultan II. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi ile birlikte hem Topçu Kışlası hem de içerisindeki bu cami için hüzün dolu günler başlayacaktır. 

 

Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn 

Topçu Kışlası ve Talimhane Meydanı 1913 yılında İttihatçılar tarafından 500 bin TL uğruna Fransız ortaklı İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyesi’ne satılmıştır.

Satış mukavelesinde sadece caminin hukukuna şerh konulmuştur. Muhtemelen bu durum o gün için bir tepkiden çekindiklerini göstermektedir.

Vahideddin Han’ı, Mehmetçiğin namaz kıldığı camiyi sattı, diye feveran edenler nedense bu satışı görmemekte, 1913 yılında Vahideddin Han nerede diye sormamakta, Mehmetçik artık orada var mıydı diye araştırmamaktadır!

Kaldı ki Kışla’nın ve Talimhane Meydanı’nın tamamen devri, bir anlamda camiyi de işlevsiz kılıyordu.

Nitekim bu tarihten itibaren kışla ve meydan hep hukuki bir mesele olarak devletin başını ağrıtacaktır.

Filistin meselesinde ve Ermeni tehcirinde olduğu gibi İttihatçıların attığı her adım ileride bitmek tükenmek bilmeyen gailelerin başlangıcı olmaktadır...

Nitekim Kışla’nın satışı da aynı şekle bürünmüştür.

İttihatçıların, Fransız şirketi ile anlaşmasının hemen ertesinde Birinci Cihan Harbi’ne girmesi ile birlikte Kışla’da hakkı olan Fransız şirketi sahipleri ülkelerine dönmek zorunda kalmışlardır.

Bunlar İstanbul’un işgali ile birlikte tekrar İstanbul’a dönecekler ve Kışla’ya el koyacaklardır. 200 bin TL de tazminat isteyerek dava açacaklardır.

Kışla bu andan itibaren Fransızlar tarafından kullanılacaktır. Hatta yine bu tarihten itibaren Taksim Kışlası’nın adı Mac Mahon Kışlası adıyla anılmaya başlayacaktır.

İttihatçıların gafletleri yüzünden artık Kışla Cami-i Şerifi, İslam’ı yıkmak üzere gelen Fransız askerlerinin karşısında en hüzünlü günlerini geçireceklerdir.

Caminin önündeki Talimhâne Meydanı, 1921’den itibaren futbol, boks, hokey, at yarışları ve güreş benzeri spor müsabakalarının en önemli mekânı olacaktır. Sonra Bork adında bir Maltalıya kiralanacaktır. Bu esnada ise Kışla’ya Yunan bayrağı asılacaktır! Kışla Camii, tarihin bu en üzüntü verici olayının da şahidi olacaktır.

Sahi bu esnada Sultan II. Abdülhamid Han’ı tahtından alaşağı eden ve bir daha Osmanlı padişahlarını nüfuz sahibi yapmayan İttihatçılar nerede ve ne yapıyorlardı acaba?

Kışla’nın iç mekânlarına ise sinema ve tiyatro sahneleri de kurulunca, burası askerî fonksiyonlarından tamamen sıyrılarak eğlence merkezine dönüşmüştü.

Evet Kışla Camii, 1913 yılından itibaren spor müsabakaları, dans gösterileri, balolar, içki içen Fransız askerleri, ve sonunda sallanan Yunan bayrağını izlemekten başka bir iş yapmamaktadır...

Son olarak II. Abdülhamid Han’ın neredeyse yeni baştan inşa ettiği mabet böylece bakımsızlıktan harap bir hâle gelmiştir. Dışarıdan bir girişi olmadığı için zaten cami görevi iptal olmuş gibi idi.

Ayrıca davaların da ortasında kalmıştı. Vakıflar idaresi evkafa ait yerlerin vakıflara iade olunması ve birtakım pürüzlerin giderilmesi için büyük mücadele verdi. Sonunda ümidi kesen Meclis-i Vükela üyeleri Kışla Camii’ni yedi bin lira tazminat alarak İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyesi’ne tamamen devretmek zorunda kaldı (Ağustos 1922). Bu para ise Safraköy (Sefaköy)'de bir camiye harcanacaktı.

Vahideddin Han’ın buradaki tek dahli, İttihatçıların, Haçlıların işgali altına bırakarak yurt dışına kaçtıkları bir ülkeyi kurtarabilmek adına Osmanlı saltanatında bulunuyor olmasıdır. Nitekim Kışla Camii’nin devredilmesinin üzerinden üç ay geçmeden de yurt dışına çıkarılacaktır.

Taksim Topçu Kışlası, İnönü’nün başvekilliği döneminde sürücü okulu, birahane, garaj ve askerlikle ilgili olmayan bilumum işler merkezi olmuştur. Sonrasında ise heykelini diktirmek üzere orayı dümdüz ettirecektir.

Fransızların belki hayâsızca kullandıkları Kışla Camii’nin yerinde bugün Taksim Camii’nin yapılmış olması o günlerin hüznünü dindirecek tarihî bir harekettir...

ABD, İngiliz ve Fransız gazetelerinin rahatsızlığı bundandır. Orası, Sultan Abdülhamid Han’ı devirmelerinde önemli rol oynayan noktalardan idi.

Son dönemde ise “Gezi Parkı” diye yine bir ayaklanmanın merkezi yapmışlardı. Bu sebeple yabancı basın, Taksim Camii’nin açılış haberini, “gezi parkı elden gitti” üzüntü ve acısıyla verdi.

Buna karşılık “Vahideddin Han Kışla Camii’ni sattı” diyerek çığırtkanlık yapanların onun yerine inşa olunan muhteşem güzellikteki Taksim Camii’nin açılışını ayakta alkışlamalarını beklerdik.

Olmadı! Onlar Fransızların üzüntülerine ortak oldular! Demek ki dert başka!

Biz şimdi kendilerine “Bay Mahvettin” mi yoksa “Bay halt ettin” mi diyelim? 

 

TEFEKKÜR 

Nice tahrîr edeyim vasfını derd ü elemin

Bağrı yufka kâğıdın gözleri yaşlı kalemin

                                                               Ahî

(Dert ve elemin niteliğini nasıl anlatayım,

Kâğıdın bağrı yufka, kalemin gözleri yaşlı.)

 

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

11.06.2021

Türkiye Gazetesi