Asırlarca Müslümanlar karşısında ezik ve mağlup olarak yaşayan Batılılar onu dininden, tarihinden, dilinden edebilmek için oyun içinde oyun, tuzak içinde tuzaklar kurdular!..
İki haftadır İmam-ı Azam hazretlerinden bahsettim. Zira onların en önemli silahlarından biri “bana Kur’ân ve hadis yeter” sözü olmuştu. Bu ifade bugün ilahiyat hocaları kanalıyla gençlerimize şırınga ediliyor.
Hatta adına “tarihselci” denilen bazı madrabazlar bunu da aşarak Peygamber efendimize Kur’ân-ı kerime ve haşa Cenâb-ı Hakka iftiralarda bulunuyorlar.İşin garibi şudur ki bu mülhitlere karşı ilahiyat camiasından hiç ses çıkmıyor!..
Doç. veya Prof. titri bu kadar mı önemli? Anlaşılmaz bir durum! Yıllarca askeriyedeki üst rütbeli subaylar vefat ettiklerinde “er kişi niyetine” diyerek güya dalga geçen bu hoca bozuntularına “doçent” veya “profesör” kişi mi diyecekler acaba?
“Kur’ân ve hadis bana yeter” sözünün temel maksadı mezhepleri bir tarafa atmak ve mezhep imamlarını gözden düşürmek ve unutturmaktır. Böylece sinsi bir şekilde üç kıtada asırlardır Müslümanları bir arada tutan Ehl-i sünnet inancına en büyük darbeyi indirmiş olacaklardı. Ne acıdır ki bir kısım Ehl-i sünnet cemaat mensupları hariç büyük ölçüde emellerine ulaşmış durumdalar.
Bunların sözlerine bakanlar sanki İmam-ı Azam hazretlerinin Kur’ân ve hadisten bîhaber, her meseleyi aklına göre çözümleyen biri olduğunu düşünür. Oysa onun içtihatlarında izlediği yol ve usul bilindiğinde maksadın zihinlerde böyle bir algı oluşturmak istendiği kolaylıkla anlaşılır.
Nitekim İmam-ı Azam hazretleri, herhangi hukuki bir problemle karşılaştığında ya da kendisine arz edildiğinde, meselenin hükmünü önce Kur’ân-ı kerimde arar ve oradan söylerdi.
Orada herhangi bir cevap bulamazsa, usulünü kendisinin belirlediği sıhhat şartlarına uyan hadislere başvururdu. Zira o, Kur’ândan sonra ikinci hukuk kaynağının Sünnet/hadis olduğunu kesin bir ifade ile belirtmiştir. Hadislerde, meşhur olma (kullanımda yaygın kabul) şartını ileri sürmekteydi. Bunun nedeni, içinde yaşadığı Irak (Kufe-Bağdat-Basra) bölgesi, sosyal ve kültürel şartlar bakımından diğer İslam beldelerine göre daha karmaşık ve çeşitlilik arz ediyordu. Dolayısıyla önceleri bu bölgede bulunmayıp, sonradan buraya ulaşan rivayetlere temkinli ve ihtiyatlı davranıyordu.
Hâl böyle olduğu hâlde onun nasları ve hadisleri bir tarafa bırakarak, sırf kendi arzu ve isteklerine dayanarak kıyas, istihsan, maslahat, örf vb. nass dışı yöntemlere başvurduğu şeklinde iddialarda bulunulmaktadır. Ancak başta talebeleri olmak üzere üç büyük mezhebin imamları ve sonraki âlim ve fakihlerin nakillerine göre o, İslam’ın temel ilke ve maksatlarından asla sapmayan eşsiz bir hukukçudur.
Şanlı Resulün yoluna bağlılık!
Bakınız şu hadise İmam-ı Azam hazretlerinin hadis-i şeriflere ne kadar bağlı olduğunun en büyük işaretidir…Medine’de Hazreti Ali’nin torunu İmam Muhammed el-Bâkır (v.117/732) ile bir araya gelmişlerdi. Muhammed Bâkır, Ebu Hanife’ye hitaben;
“İşittiğime göre sen, dedem Hazreti Muhammed aleyhisselamın hadislerine muhalefet ediyormuşsun!” dedi.
Ebu Hanife; “Allah korusun! Bunu nasıl söylersiniz? Oturun bakalım. Ceddiniz Resulullah’a ve size hürmetim sonsuzdur” dedi. Sonra kendisi de diz çöküp oturdu. Ardından aralarında şöyle bir konuşma geçti.
İmam-ı Azam; “Kadın mı zayıftır yoksa erkek mi?” diye sordu.
Muhammed Bakır; “Kadın zayıftır” diye cevapladı.
İmam Ebu Hanife; “Kadının hissesi mirasta yarım, erkeğinki ise tamdır. Eğer ben resulün yolunu değiştirmiş ve sırf kıyas ile hareket etmiş olsaydım zayıfı korur onun mirastaki payını artırırdım!”
İmam Ebu Hanife; “Namaz mı efdaldir? Yoksa oruç mu?”
Muhammed Bâkır hazretleri “Namaz efdaldir” diye cevapladı.
İmam-ı Azam, “Şayet kıyas ile konuşmuş olsaydım, bu efdalliğine binaen kadının hayızlı zamanlarında kılamadıkları namazların eda edilmesini isterdim! Oysa Resulullah efendimizin yolunu tuttum” buyurdu.
Sonra tekrar sordu: “İnsan idrarı mı pistir? Yoksa menisi mi?”
Muhammed bakır “İdrar daha pistir” dedi. İmam-ı Azam:
“Eğer sırf kıyasla hareket etmiş olsaydım, her bevledenin gusül yapması gerektiğine hüküm verirdim! Ben Resulullah’ın sözüne uyarım. Hadis-i şeriflere aykırı bir görüş ileri sürmekten Yüce Allah’a sığınırım!”
Bu sözler karşısında Muhammed el-Bâkır hazretleri ayağa kalkarak İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi anlından öpmüş ona iltifatta bulunmuştur.
İmam-ı Azam hazretleri şayet hadislerde de aradığı çözümü bulamazsa, Sahabe’nin konu ile ilgili uygulamalarını dikkate almaktaydı. Sahabe bir konuda ittifak (icma) etmişler ise bunu bağlayıcı sayıyor, eğer ittifak söz konusu değilse, bunu da fıkhî bir zenginlik olarak telakki ediyor ve onlara benzeterek kıyas yapıyordu.
O, “mahallî icma ya da sahih örf” denilen kendi yöresindeki fakihlerin uygulamalarına da büyük önem veriyor kıyasta bunları da nazar-ı dikkate alıyordu.
Bid’at ehlini susturdu!
İmam-ı Azam Ebu Hanife yaratılış olarak çok kuvvetli bir akıl melekesine sahiptir. Kendisine ilim ve zekâsının yüksekliğine işaret etmek üzere en büyük imam manasına gelen “İmam-ı Azam” lakabı verilmiştir. Abdullah bin Mübarek, onun fıkıh konusundaki usûlünü takdir ettiği gibi akıl ve ilim kuvvetini de övmektedir. Ebu Hanife’nin şu sözü kendisinin nasıl bir seviyede akıl kuvvetine sahip olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir: “Sözü duyduğu zaman ezberine alamayan kimsenin ilim konusunda konuşmaması gerekir!”
O, hem Kur’ân hem de hadis hâfızıdır. O, hadis-i şerifleri dinin ikinci temel kaynağı olarak görmüştür. Talebesi Ebu Yusuf, “hadislerin tefsiri ve anlaşılması konusunda Ebu Hanife gibisini görmedim” diyerek hocasının hadise vukûfiyetine işaret etmiştir.
İmam-ı Azam hazretleri, literatürde fırak-ı dâlle olarak ifade edilen sapık fırkaların teşekkül etmeye başladığı bir dönemde yaşamıştır.
Cehmiyye, Mutezile, Müşebbihe, Kaderiyye, Cebriyye, Mürcie, Havaric, Şia vb. mezhepler bunlardandır. Kurucularının ilim sahibi ve bazı halifeler nezdinde makbul oluşu dinde büyük yaralar açmaya başlamıştı. Çok kuvvetli bir muhakeme, mantık ve diyalektiğe sahip olan İmam-ı Azam bunlara cevaplar vererek ve reddiyeler yaparak Ehl-i sünnet akidesini ortaya koymuştur.
Bu fırkaların liderlerinin bulunduğu Basra’ya yirmi kadar sefer yapmış ve burada şiddetli fikrî tartışmaların içinde yer almıştır. Ebu Hanife akaid ve kelama dair yazdığı eserler ve yetiştirdiği talebeleriyle Ehl-i sünnet akidesinin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
İmam-ı Azam hazretlerinin “el-Fıkhu’l Ekber”, kitabı Ehl-i sünnet akidesinin temel eseridir. Onun mezhebini sistematik bir hâle getiren, İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed Şeybânî’dir. “el-Asl”, “el-Câmi’u’s Sağîr”, “el-Câmi’u’l-Kebir”, “ez-Ziyâdât”, “es-Siyerü’l-Kebîr’i yazan odur. Bu kitaplar güvenilir rivayetler olarak zikredilerek “Zâhirü’r Rivâye” veya “Mesâilü’l-Usûl” adıyla mezhebin ana kaynakları sayılmıştır.
İmam-ı Muhammed Şeybânî (v.189/805) hocasının zamanının biriciği; ilmi, fıkhı, vera’ı, Allah yolundaki cömertliği, dostluğu ile mümtaz bir şahsiyet olduğunu belirtmiştir. Keza İmam-ı Züfer (v.158/774) de aynı yönlerine işaret etmiştir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metodlar koyduğu gibi, şanlı Resûlullah efendimizin ve Eshâb-ı kiramın bildirdiği itikadi bilgileri de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Sonradan İmam-ı Azam’ın yolundan yürüyen Ebu Mansur Maturidi, ondan gelen kelam bilgilerini, kitaplara yazdı. Yoldan sapmış olanlarla mücadele ederek, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirdi, her tarafa yaydı.
İmam-ı Azam hazretleri, “elli beş” defa hac yapmıştı. Son haccında Kâbe-i şerife girip iki rekât namaz kıldı. O namazda Kur’ân-ı kerimi baştan sona okudu. Sonra ellerini kaldırdı ve gözyaşlarıyla;
“Yâ Rabbî! Sana lâyık ibadet yapamadım. Ama seni, hiç kimsenin anlayamayacağını iyi anladım… Hizmetimdeki kusurumu bu anlayışıma bağışla” diye yalvardı.
O an gaipten bir ses duyuldu;
“Ya Ebu Hanife! Sen beni iyi tanıdın ve bana hakkıyla ibadet yaptın. Seni ve senin mezhebinde bulunup kıyamete kadar senin yolunda olan kulları af ve mağfiret ettim. Kalbin rahat olsun, üzülme” diyordu…
Evet, onun yolunu terk edip, “Kur’ân bana yeter” diyerek dinde kafasına göre yol alanların nerelere savrulduklarını ve düştükleri elim vaziyeti gördükçe mezhep imamlarımızın değeri daha iyi anlaşılıyor!
TEFEKKÜR
Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
11.11.2022
Türkiye Gazetesi
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"