Fatih Sultan Mehmed, henüz 21 yaşında olmasına rağmen âlim, akıllı, idarede mahir, hareketli, hikmetle dolu adil bir padişahtı. Hükümdarlığın ve cihangirliğin yüksek meziyetlerini uhdesinde toplamıştı.
Fetihten sonra İstanbul’a ibretle baktı. Açıkca gördü ki, suyu, havası, dağı, yolu ve sahrası pek güzeldir. Ama emin insanlar ile dolu olmadığından ve İslâm dinince müzeyyen kılınmadığından nazenin bir dilberin zülfünün perçemleri gibi karışık ve perişan kalmıştı.
Bu sebeble memleketlerin süsü ve denizin kilidi olmaya layık görüldü. Evvela vezirlerine, alimlerine ve kullarına ilan etti ki: ”Bundan böyle tahtım İstanbul’dur”. Kendi İstirahatı ve hareminin ikameti için saraylar ve köşkler tertip etti. Buralara emin ve dindar hocalar ve muhafızlar tayin etti. Şehirde büyük bedestenler, çarşılar, pazar yerleri ve kervansaraylar yaptırdı.
Nihayet kendi adı ile anılacak yerde Ayasofya mabedi suretinde bir ulu cami inşa ettirdi. Camie güzel sesli, bilgili hoca, hafız ve müezzinler tayin ile mahfelini müzeyyen etti. Caminin iki tarafına külliyenin bir parçası olarak sekiz medrese yaptırdı. Bu medreselerde güzel sanatlar, tefsir, hadis, usul dersleri, aklî ve naklî ilimler okutuldu. Adaletli, bilgili ve cesur hocalar ile talebeleri alemi güneş gibi aydınlattılar.
Sahn-ı semân denilen bu medreselerin yanında zengin fakir herkes için şifa evleri yaptırıldı. Bilgili hekimler ve sadık hizmetçiIer tayin etti. Bir yanına da büyük bir İmaret yaptırıp, medrese ehline, fukaraya ve mahal leliye günde iki öğün yemek yetiştirildi.
Ebâ Eyyub el-Ensarî hazretlerinin defnedildiği yere gayet güzel bir türbe, yanına medrese ve hamam yaptırdı. Halk şehidlerin reisinin bulunduğu bu yere rağbet edip türbenin etrafına evler ve köşkler yaptılar. Bir hoş kasabadır meydana geldi ki huzur arayanlar ve dinlenmek isteyenler denizden kayıklar, karadan atla ve yaya gelerek hem sohbet hem ziyaret ederlerdi.
Fatih bütün bu imar faaliyetlerinden sonra kendi saltanatı ve ikâmeti için yeni bir saray inşa edilmesini emr buyurdu. Galata karşısında Eyyüb Sultan kabrine, iskeleye, Tophane’ye ve Haliç’e ve boğaza bakar şerefli bir yer seçti. Arap, Acem ve Rum’dan mahir mimarlar ve mühendisler getirtip bir kaç yıl içinde güzel sanat eserleri ile süslü yüce bir saray yapıldı. Her köşkü ve kasrı gönül alıcı olup ab-î hızır ve nehr-i kevser ondan revân olur.
Kalbe ferahlık veren bu muhteşem saraya bir sur çektirdi. Türkî ve Frengi usulünde üçgen ve daire şeklinde kulelerle, dergâh ve kapılarla bir güzel kale yaptırdı. Kalenin suru ile saray duvarının arasını bağ, bostan, bahçe ve gülistan eyledi. Yer yer çeşmeler, havuzlar sohbetgahlar ile süsledi.
Şairler bundan sonra divanlarını İstanbul’un vasfı ile süslemeye başladılar.
Adı Kostantintiyye’dir anın
Tahtgâhıdır Al-i Osman’ın
İki bahr, eylemiş o şehr-i penâh
Biri bahr-ı sefid biri siyah
Girdi bahr içine o şehr amma
Dizine çıktı anın derya
Yar gibi o şehir aya benzer
Kuşanır surdan gümüşlü kemer
Ne gariptir ki göklere kadar
Bir ucunda Yedikulesi var
Ona dizdar olsa güneş yeridir
Yıldızlar o kal’ada hisar eridir.
Kurşun örtülü kubbeler yer yer
Yelken açmış gemilere benzer
Hak bu kim yüzü suyudur dehrin
Yok benzeri cihanda o şehrin.
Kaside Der Vasf-ı İstanbul
Bu şehr-i sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl
Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdır
Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek
Gülzarların cennete teşbih hatadır
Herkes irişür anda muradına ânınçün
Dergahları melce-i erbab-ı recâdır
Kala-yı meârif satılır sûklarında
Bazâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdır
Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır
Hep halkının etvarı pesendîde-i makbul
Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın
Evsafı hele başka kitâb olsa sezâdır
Nâmı gibi olmuşdur o hem sa’d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
Kûh-sarları bağları kasrları hep
Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır
İstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç
Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır.
Nedim
Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"