Savaştan önce Türkler’i birinci sınıf döğüşen bir kalabalığa benzeten İngiliz başvekili bu kez “Türkler’i tanımakta çok geç kaldığım için utanç duyuyorum” diyordu.
Gerçek sebebi sanayileşmiş ülkeler arasında dünyada iktisadî ve siyasî hakimiyeti ele geçirme mücadelesi olarak tarif edilen I. Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914′te Avusturya-Macaristan’ın, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ı bombardıman etmesiyle başladı. Bu durum Rusya’nın seferberlik ilanına, akabinde de Almanya’nın sırayla 1 Ağustosta Rusya’ya, 3 Ağustosta Fransa’ya, 4 Ağustos’ta Belçika’ya savaş ilan etmesine yol açtı. Yine 4 Ağustos 1914′te İngiltere anlaşmalar gereği Almanya’ya savaş ilan etti. Böylece tarihe I. Dünya Savaşı olarak geçen mücadele başlamış oldu.
Rusya’da seferberlik süresinin yüzölçümlerinin genişliği nedeniyle uzun süreceğini hesaplayan Almanya planını buna göre hazırladı. Almanya asıl büyük kuvvetiyle Fransa’ya yüklenecek ve bu devleti 6 haftada çökerttikten sonra Rusya’ya dönecek, onu yere serecekti. Bu altı haftalık süre içinde Avusturya, Rusya’yı oyalayabilirdi. Plan gereği Alman orduları Belçika’ya girdikten sonra Fransa’ya sarktı. İlk anda çekilen Fransızlar, Marne Nehri üzerinde kuvvetli bir savunma hattı kurdular. Almanlar şiddetli taarruzlarına rağmen bu hattı kıramayıp Rus cephesine yöneldiler.
Almanya, Ağustos ve Eylül aylarında Rusya ile yaptığı iki muharebeyi de kazanırken müttefiki Avusturya’nın hali iyi değildi. Avusturya ordusu başlangıçda Belgrad’ı ele geçirdi ise de fazla tutamadı ve yine Sırplar’a kaptırdı. Bu arada Galiçya cephesinde de Ruslar’a mağlup olarak çekildi.
Denizlerde ise Almanya ile İngiltere arasındaki mücadelenin galibi Falkland Muharebesi ile İngiltere olarak ortaya çıkmıştı.
1914 yılı sonunda görünen ve gelinen netice Almanya ve müttefiklerinin savaşı kaybedecekleriydi. Onları kurtaracak yegane şart yeni müttefikler bulmak olacaktı. Bu ise son yıllardaki iyi münasebetleri ile Osmanlı Devleti olabilirdi. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinin onlara çok büyük faydaları olacaktı. En önemlisi Osmanlı Devleti savaşa girerse; Ruslar kuvvetlerinin büyük kısmını açılacak Kafkas cephesine kaydıracaklar, böylece Avusturya ve Almanya’nın yükü önemli ölçüde hafifleyecekti.
Hesaplar
Osmanlı Devleti’nin uzun süre harbe girmemek ve tarafsızlığını korumak yolundaki kararı başta Harbiye Nazırı Enver Paşa olmak üzere kabinenin bazı savaş yanlısı üyelerinin tertibiyle bozuldu. Devlet, bilindiği üzere Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman gemisinin 29-30 Ekim 1914 gecesi Türk karasularından çıkıp Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını topa tutmasıyla fiilen savaşa girmiş oldu. Şimdi itilaf devletleri planlarını yeniden gözden geçirmek durumundaydılar.
Bunların başında Çanakkale Boğazı’na karşı girişilecek teşebbüs geliyordu. Bu teşebbüsün gayesi şu noktalarda toplanıyordu.
Boğazlar ve İstanbul müttefiklerin eline geçerse Osmanlı Devleti için barışı kabullenmekten başka çare kalmayacaktı. Bu takdirde Osmanlılar kısa bir sürede tasfiye oluyorlardı.
Yine boğazlar elde edilirse Rusya ile yakın temas kurulabilecekti. Böylece Rusya’ya silah ve malzeme sevki daha kolay yapılabilecek ve Rusya’nın da buğdayından istifade edilebilecekti.
Son olarak Osmanlı Devleti’nin savaştan çekilmesi henüz savaşa katılmamış Balkan ülkeleri üzerinde etkili olur ve bunlar merkezi devletler safında yer almaya cesaret edemezlerdi.
Osmanlılar’ın savaş dışı bırakılması fikri özellikle İngiliz Bahriye Nazırı bilahare Başbakan olacak olan Churcill tarafından savunulmuştu.
Dolayısıyla Osmanlı Devleti daha başlangıçta Doğu Anadolu ve Kafkasya‘da Rusya’ya, Kanal Cephesinde ve Irak‘ta ise İngilizler ile müttefiklerine olmak üzere Çanakkale ile birlikte dört cephede çarpışmak zorunda kaldı. Daha sonra cephelerin sayısı artacaktır.
Görüldüğü gibi gerek sağlayacağı faydalar yönüyle, gerekse Osmanlılar’ı kısa sürede safdışı bırakabilme gayretiyle itilaf devletleri Çanakkale Boğazı’na yönelik harekata büyük önem verdiler.
Her yer kan
Ortak bir İngiliz – Fransız donanması 19 Şubat’tan 18 Mart 1915′e kadar Çanakkale Boğazı’nın iki tarafındaki Türk tabyalarını bombardıman ettiler. 18 Mart’ta müttefik donanmasının boğazı geçme teşebbüsü tam bir felaketle neticelendi. Bir gece önce Nusret mayın gemisinin Karanlık liman bölgesini mayınlaması deniz harekatının gidişatını değiştirmişti. Gerek Çanakkale Boğazı’nin iki yakasındaki mevzilerden açılan yoğun ateş ve gerekse Karanlık limana dökülen mayınların etkisiyle mevcutlarının % 35′ini kaybedip çekilmek zorunda kaldılar. Bu başarılı savunmayı idare eden Çanakkale müstahkem mevki kumandanı Cevad Paşa “18 Mart Kahramanı” unvanı ile anıldı.
18 Mart bozgunu İtilaf devletlerine karadan destek almaksızın yalnız deniz kuvvetleriyle boğazın geçilemiyeceğini gösterdiğinden General Hamilton‘un emrinde bir çıkarma ordusu hazırlanmaya başladı. Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinden oluşan kolordu (Anzak kolordusu) Arıburnu’na, İngiliz ve Fransız kuvvetleri de Seddülbahir’e çıkartılacaktı. Çıkarma harekatı 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı İngiliz Generali Hamilton ve Fransız Generali Amadeu idaresinde başladı. Böylece Çanakkale’de başlayan savaşlar Türk’ün şehadet destanları ile doludur. Çok kanlı bir şekilde cereyan eden Kirte Muharebeleri, Zığındere ve Anafartalar Muharebesi, Kocaçimen, Conkbayırı, Kanlısırt, Kirtepe, Kanlıtepe ve Aslantepe Muharebeleri Türk kuvvetlerinin zaferi ile neticelenmiş, muvaffak olamayacaklarını anlayan düşmanlar Ocak 1916'da perişan bir halde çekilip gitmişlerdir.
İngiliz ve Fransızlar’ın mutlak aşma niyetlerine, üst üste komuta kademelerinde değişikliğe gitmelerine, sürekli takviye birlikleriyle desteklemelerine rağmen boğazı aşamamalarının sırrı nedir? Çanakkale’yi geçilmez kılan hangi güçtür? Oysa kuşatma öncesinde durum ne kadar farklıydı.
Dönemin İngiltere Başvekili Sir David Lloyd George “Türk Milletini” sadece I. sınıf döğüşen bir kalabalık olarak tanımlarken Bahriye Nazırı Churcill ise “Türkler mi? Bir elimizi arkamıza bağlar, diğer elimizle ezer geçeriz o milleti” diyerek küçümsüyordu.
Anka avlanılmaz
Gazeteler ise bu beyanatlarla coşuyor ve asırların kinini şu şekilde ifade ediyorlardı:
“… Son haçlı seferlerinden beri ilk defadır ki Batı, Doğu’ya yönelmiş bulunuyor. Hristiyanlık alemi, Fatih Sultan Mehmed’in 29 Mayıs 1453 meşum tarihinde Bizans İmparatorluğu’na indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan harekete geçmiş bulunuyor. “
“… Diğer savaş meydanlarından alınıp buraya yığılan gemiler sanki bir tek amaç için, belki de Hristiyanlık aleminin Türkler’e karşı yapabileceği son haçlı seferi içindir. “
“… Geçmişteki haçlı seferleri, başarı bakımından o kadar kayda değer şeyler değildir. Halbuki bu sonuncusu ve en büyüğünde haçlılar, bir zamanlar Viyana kapılarından Kudüs’e kadar uzanmış olan eski Osmanlı İmparatorluğu’nun her bir köşesinde kemikleri dağılıp kalmış Orta Çağ şövalyelerinin öcünü alacaktır.”
Böyle bir haleti ruhiye içerisinde Çanakkale önlerine gelen İngilizler’in hayalleri de asırlar önceki haçlılarınki ile şaşırtıcı bir benzerlik oluşturuyordu. Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanı General Hamilton “Ümitlerimiz çok çok artmıştı. Kurtarılacak Kudüs mü yoksa İstanbul muydu? Ne farkı var? Askerin başarısının sınırı yoktur. “
İngilizler’in edebî metinlerinde galiba şu mealde bir beyit yoktu veya hiç duymamışlardı.
Anka avlanılmaz tuzağını topla
Tuzağa giren olur berhava
Nitekim kara harekatının başladığı günlerden itibaren General Hamilton’un günlüğü şu ifadelerle dolmaya başladı:
“Bir komutan için en büyük düşman etrafa korku salan kimsedir. Türkler gerçekten cesur ve görüldükleri yerde dehşetli korkular bırakıyorlar. Masal kitaplarında değil ama süngü takmış parıltılar içinde Allah Allah sesleriyle üzerimize koşuyorlar… (Gelibolu Günlüğü, s. 124)”
“Tümen komutanlarım ve tugaylar, birliklerinin sabahtan beri sürdürdükleri kahramanca çabalardan, bütün gün süren ağır çarpışmalardan sonra takatlarının tükendiğini ve şimdi de düşmanın nefes aldırmaz şarapnel hücumlarından ötürü maneviyatlarının kırıldığını bildirdiler. Birliklerden bir kısmı ateş hattını terkedip geri çekildi (Gelibolu Günlüğü, s. 104).
“Dürbün gözlerimde öylece kala kaldım ve durumun sakinleştiğine inanmak istedim. Öyle geldi ki binlerce Türk askeri Kerevizdere’ye doğru yön değiştirdi ve hızla geri çekildi. Birkaç saniye geçmişti ki Türkler’in 6 inçlik topları ateşe başladı. Muazzam dumanlar, sarı şimşekli alevler yükseliyor, düşman topları ilk defa bütün güçlerini göstererek bir volkan gibi patlıyor. Büyük çaplı obüs topları da cehennemi orkestranın ahengine katılıyor. Dumanlar dağıldığında manzara şuydu: Senegalli birlikler perişan, dağılmış, çılgınlar gibi kaçıyor. Onları durdurmak artık imkansız.
Tescilli mağlubiyet
Çanakkale zaferini kazanan ruh Türk askerinin mayasında vardır. Zira anası onu vatan için doğurmuş ve hep böyle günler için hazırlamıştır. Nitekim günü geldiğinde de şairin ifade ettiği gibi,
Haydi yavrum! Ben seni bugün için doğurdum. Hamurunu yiğitlik duygusuyla yoğurdum. Türk evladı o dur ki, yurdu olan toprağı Ana ırzı bilerek yad ayağı bastırtmaz. Bir yabancı bayrağı Ezan sesi duyulan hiçbir yere astırtmaz. Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım. Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım. Haydi oğlum, haydi git. Ya gazi ol, ya şehid.
Savaşta şehitliği en büyük rütbe kabul eden bir millete kim karşı durabilir? İşte General Hamilton’un acz, yeis, ümitsizlik, çaresizlik hali:
…Haber bekliyorum, yok! On defa telsiz odasına gittim, geldim, hiçbir haber yok! Artık alıştığımız dehşet verici sesler, karadan denize esen rüzgarlarla kulaklarımıza ulaşıncaya kadar Allah Allah bağırışlarıyla Türkler geliyor… Şaşkınlıktan bir türlü kurtulamadığım bir an. Mümkün olan hangi kaynaktan istifade edip yardıma koşabilirim. Ne azap verici bir durum! (Gelibolu Günlüğü, s. 129).
“Türkler en etkili savaşlarını veriyorlar. Türkler’in morallerinin yüksekliği de aşikârdır. Çok mükemmel komuta edilen ve yiğitçe döğüşen Türk ordusuna karşı savaşıyoruz.
… Ah ne elem verici durum her biri mükemmel birlikler olan taburlarımız eridi. İskelete döndü. Birliklerin gölgesi kaldı adeta. Dereler gibi kan akarken, sahile nakledilen yüzlerce yaralının miktarı arttıkça ıstırab içinde düşünüyorum.
Vaziyet son derece sinir bozucu idi. Askerlerin her biri şu elem verici düşünceyle savaşa gidiyordu. Düşmanları sandıklarından çok daha sertti.
… Askerler artık birlikte savunma ruhuna sahip değil. Ağır bombardıman veya tüfek ateşi karşısında ilerliyemiyorlar. Saldırı için atılganlık göstermedikleri gibi en basit bir düşman saldırısından da ters yüzü dönüp uzun süre kaçıyorlar. Askerin çoğu da sağda solda gizleniyor.
Ve Hamilton’un yerine atanan General Monro‘nun Çanakkale harekatıyla ilgili raporu:
“… Bana kalırsa, Türk savunma hatlarına karşı yapılacak yeni bir saldırının başarıya ulaşma şansı yoktur. Askerî sebepler göz önüne alınırsa yarımadanın boşaltılması doğru olacaktır.”
Nihayet 23 Ekim 1915 tarihinde Londra’da toplanan savaş komitesi Seddülbahir de dahil olmak üzere Çanakkale’deki bütün cephelerden çekilmeye karar vermiştir diyerek mağlubiyetlerini tescilliyordu.
Böylece Türk cesareti İngiliz soğukkanlılığını, Türk azmi İngiliz inadını ve Türk vatanseverliği İngiliz gururunu yenmiş, şanlı tarihimize “Çanakkale Geçilmez” ibaresini yazdırmıştır.
Savaştan önce Türkler’i birinci sınıf döğüşen bir kalabalığa benzeten İngiliz başvekili bu kez “Türkler’i tanımakta çok geç kaldığım için utanç duyuyorum” cevabını verebilmek cesaretini kendinde bulmuştur.
“Türkler’i bir elimizi arkaya bağlar, diğer elimizle yener geçeriz” diyen Bahriye Nazırı Churchill’e durumu sorduklarında “Türkler’in tek elle yenik düşürülmesinin imkansızlığını gördüm” diyerek bir itirafta bulunmuştur.
Öyle zannediyorum ki İngilizler’in diğer eli hile, desise ve entrika siyasetidir.
Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"