"Budala Bizanslılar iyi düşünmeden, boş bir fikir ortaya atarak, Mehmed'e elçiler gönderdiler ve Mehmed Bizanslılar için çok zararlı ve mahvedici bir teşebbüsü ele aldı…” Dukas
Ey akılsızlar! Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda sizinle yeminle kararlaştırılmış bir sözleşme yaptık. Diyebilirim ki henüz mürekkebi dahi kurumamıştır. Şimdi ise Anadolu'ya sefer yaptığımızı ve Frigya'da bulunduğumuzu gördüğünüzden ve bundan faydalanarak, adetiniz olduğu üzere uydurduğunuz öcülerle bizi korkutmak, ürkütmek istiyorsunuz. Biz fikir ve kudretten mahrum çocuk değiliz. Orhan'ı Trakya padişahı yapmak isterseniz, hiç durmayınız! Macarları Tunadan bu tarafa geçirtmeği düşünüyorsanız, onlar da gelsinler. Siz de çok zaman evvel kaybettiğiniz yerleri geri almak için taarruza geçmek isterseniz, bunu da yapınız.
Yalnız şunu biliniz ki, bunlardan hiç birisine muvaffak olamayacaksınız bilakis ellerinizde bulunanları da kaybedeceksiniz. Mamafih isteklerinizi padişahıma arz edeceğim. O ne arzu ederse o olacak! Çandarlı Halil Paşa
Babası Sultan II. Murad'ın vefat haberini alan Şehzade Mehmed maiyeti ile beraber derhal harekete geçerek Gelibolu üzerinden süratle Edirne'ye gelmiş ve 18 Şubat 1451 Perşembe günü tahta çıkmıştı.
II. Mehmed'in tahta çıkışını haber alan Avrupalı devletler birbirleriyle yarış edercesine elçilerini Edirne'ye gönderdiler. Bunlar Bizans imparatoru, Sırp, Eflak ve Macar kralları, Trabzon-Rum imparatoru, Mora despotu, Raguza ve Ceneviz hükümetleri, Rodos şövalyeleri ile Midilli ve Sakız adalarının murahhasları idiler.
Daha babasının sağlığında henüz on üç yaşında iken bir müddet saltanatta kaldığında İstanbul'un fethini düşünen genç Mehmed muhtemelen şimdi de aynı tasavvurlar içerisinde olduğundan bütün elçilere karşı yumuşak, güler yüzlü ve hoşgörülü davranıyordu. Fatih saltanatının ilk günlerinden itibaren uygulamaya koyduğu bu tasavvur ve kararlarını gizleme alışkanlığını otuz yılık padişahlığı boyunca da devam ettirecektir. Öyle ki bir defasında seferin nereye olduğunu soran vezirlerinden birine:
Şayet sakalımdaki kıllardan biri bilse onu koparıp atardım diyerek bu konudaki kararlılığını ortaya koymuş ve bu politikası kendisine pek çok seferinde avantajlar sağlamıştır.
Her devletin elçileri makul isteklerini sıralıyor ve genç Osmanlı padişahı da bunları kabul ediyordu. Venedik'le 10 Eylülde yapılmış bulunan barış anlaşmasını yeniledi. Macar elçileriyle üç yıllık bir barış antlaşması imzalandı. Sırp elçilerine daha bir yakınlık gösterdi. Üvey annesi Mara Hatun'u kendi arzusu üzerine babasının yanını gönderirken Sırp hududu üzerinde bir çok yerin gelirini ona tahsis eyledi. Alacalı işar (Krusevac) kalesini anlaşma mukabilinde Sırplara bıraktı. Bundan başka Eflak, Midilli, Sakız, Rodos ve devletler ile de anlaşmaları yeniledi.
Yeni Osmanlı padişahından en büyük yakınlığı ve güler yüzü ise Bizans elçileri gördüler. II. Mehmed Han Şehzade Orhan'ı salıvermemesi karşılığında Çorlu ve civarını Bizans'a terk etti. Şehzade Orhan'ın masrafları için yıllık üç yüz bin akçe tahsisat verilmesini memnuniyetle kabul etti. Elçilerin arzuları üzerine bu tahsisat Selanik civarındaki Karasu mıntıkasının gelirlerinden tahsil ve tedarik olunacaktı.
Cahil ve toy bir delikanlı
II. Mehmed'in gelen elçilerle bu şekilde lütufkar ve müsamahalı bir tarzda anlaşmaları yenilemesi, hakkında evvelce batıda oluşmuş kanaati destekler bir mahiyet almıştı. Zira daha on üç yaşında iken babası tarafından tahta çıkarılıp çok geçmeden de indirilen II. Mehmed Han hakkında Avrupa'da olumsuz kanaatler yayılmıştı. Kabiliyetsiz ve kudretsiz bir delikanlı olarak kabul edilmişti. Bu itibarla Sultan II. Murad han’ın vefat edip onun tekrar tahta çıkması hemen her tarafta tarifsiz bir sevince yol açmıştı. Osmanlı imparatorluğu bu beceriksiz hükümdar elinde dağılır ve kendiliğinden ortadan kalkar düşüncesi hakim olmaya başladı. Bu itibarla her padişah değişiminde kıpırdayan ve Türklere karşı faaliyete geçen Balkanlar ve Avrupa bu kez sessizdi.
Bizans sarayında yedi yıl geçirmiş, politik emel ve beklentileri olan Toletinolu Francesco Filelfo bu durumdan istifade edilmemesini acı bir lisanla tenkit ediyor ve batının topyekün harekete geçme zamanının geldiğini söylüyordu. Onun Fransa kralı VII. Charles'a gönderdiği mektup batılıların geleceğin Fatih'i hakkındaki düşüncelerini yansıtması bakımından pek mühimdir.
Filelfo mektubuna Türklere karşı bir haçlı seferi başlatma işinin Fransa kralına düştüğünü bildirmekle başlıyordu. Onun gibi kurnaz bir adam böyle bir seferin bahanesini kolaylıkla bulabilirdi. Osmanlıların çıkarabilecekleri kuvvet en fazla altmış bin kişi idi. Şu anda başlarına geçen hükümdar ise son derece beceriksizdi. Savaş tecrübesi hiç olmadığı gibi cahil ve toydu. Kendisini şaraba ve kadınlara vermişti. Türklere son darbeyi indirmek için bundan iyi fırsat bulunamazdı. Osmanlıların direnmesi dahi mümkün değildi. Haçlı ordusu hiç zorluk çekmeden Kostantiniyye'ye kadar ilerleyecek ve Bizans imparatoru ile güçlerini birleştirdikten sonra Türkleri Balkanlardan sonsuza dek çıkaracaktı. Hatta daha da fazlasını yaparak Asya'ya geçip aman vermeden ezebileceklerdi. Böylece bir daha toparlanmalarına imkan bırakılmayacaktı.
Kral Charles'a; karşınızda sadece kaba ve cahil insanlar var. Bir gurup çapulcu, rüşvetçi ve ahlaksız kölelerden ibaret bir topluluk. Siz bütün düşüncenizi bu son derece lüzumlu, onurlu ve şanlı savaşa odaklayın. Dindarlığınızın ve yüce gönüllülüğünüzün sesine uyun, diyerek hitap eden Filelfo mektubunu:
Haydi öyleyse kral Charles ileri diyerek bitiriyordu.
İşte zaman zaman Fatih hakkındaki, haremde şarap ve kadınlarla geçen sefih hayat, tarzındaki yazıların ve değerlendirmelerin kaynağı . Bizans'ı ayakta tutmağa çalışan, Türkleri ezmekten ve yok etmekten başka bir emeli bulunmayan, bunun için bütün Avrupa'yı harekete geçirmeyi planlayan, siyasi beklentiler içindeki bir sergerdeden başka ne tür ifadeler beklenebilirdi...
O, davası uğruna çırpınan biri. Ancak onun hezeyanlarını kaynak olarak kullananların ne kadar zavallı oldukları aşikar değil mi?
Öte yandan Sultan II. Mehmed'e karşı ilk hareket batı yerine doğudan geldi. Karamanoğulları her padişah değişikliğinde olduğu gibi bir kez daha Osmanlı topraklanın işgale kalkışmışlardı. İhtimaldir ki bu durumu fırsat bilen Avrupalıların da teşebbüse geçeceklerini düşünüyor ve Osmanlılardan tavizler koparacağını ümit ediyordu.
II. Mehmed Han Karamanoğlu'nun faaliyetlerini haber alınca Anadolu beylerbeyliğine getirdiği İshak paşayı önceden ileri sevk ettiği gibi kendisi de Rumeli'de gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra:
Bizimle saltanat lafın edermiş ol Karamani
Hûda fırsat verirse kara yere karam anı
diyerek sefere çıktı. Hünkarın Akşehir'e geldiğini ve geçtiği yerlerde halkın kendisine büyük teveccühünü gören Karamanoğlu İbrahim bey Konya'da da duramayıp Taşeli dağlarına çekilmek zorunda kaldı. Suçunun bağışlanmasını rica ederek barış yapmak üzere ulemadan Mevlana Veli başkanlığında bir elçilik heyetini kıymetli hediyeler ile birlikte padişaha gönderdi.
Diğer taraftan Avrupa ve Bizans'ta genç Osmanlı padişahı hakkında varılan kanaat tam manasıyla zihinlerde yer etmiş bulunuyordu. Bu itibarla Bizans, anlaşma yapmakta acele ettiğine inanmış ve bu toy delikanlıdan daha çok menfaat elde edebileceği düşüncesine kapılmıştı. Karamanlıların Osmanlı topraklarını işgale başlamış olmaları da düşüncelerini doğrulamıyor muydu? Şiddetli tartışmalardan sonra yeni bir elçilik heyetini padişaha göndermeye karar verdiler.
Anlaşmayı Bizans bozdu
Nitekim Bizans elçileri de Osmanlılar Karaman seferi için Frigya'da bulunurlarken ordugaha geldiler. Öncelikle veziri azam Çandarlı Halil paşayı ziyaret eden elçiler:
Şehzade Orhan da Sultan Mehmed gibi Osmanlı hanedanındandır. Kendisini her gün yüzlerce insan ziyaret etmektedir. Bunlar onu padişah olarak görmek istemekte ve bu işe girişmeye teşvik etmektedirler. Sevenlerine ihsanda bulunmak ve gönülleri elde etmek isteyen Orhan bey ise maddi bakımdan yeterince güçlü olmadığından devamlı olarak imparatora müracaat etmektedir. İmparatorumuz ise onun bu isteğini karşılayabilecek durumda değildir. Bu itibarla Orhan için kararlaştırılmış bulunan üç yüz bin akçeyi iki katına çıkarmanız gerekecektir. Yoksa imparator kendisini serbest bırakmak zorunda kalacaktır. İmparatorumuz Osman oğullarını beslemek zorunda değildir, dediler.
Çandarlı Halil Paşa Bizanslıların maksadını anlamıştı. Ancak bu isteğin Bizans'la aralarının açılıp İstanbul'un fethine kadar gidecek olaylar manzumesinin başlangıcı olacağını sezinlemişti. Oysa kendisi de Bizans'la çatışmaya sebep olacak bir problem çıkmasını istemiyordu. Nitekim İstanbul kuşatması boyunca hep anlaşma taraftarı olacak ve muhasaranın kaldırılması yönünde görüş belirtecektir. Şimdi Bizanslıların bu girişiminden son derece huzursuz olmuştu. İhtimaldir ki Bizanslılar genç padişahı yanlış değerlendirmişler ve yapılan anlaşmayı bozma cüretini göstermişlerdi. Çandarlı şaşkınlığının da ötesinde büyük bir kızgınlıkla:
Ey akılsız ve şaşkın Bizanslılar! Tasavvurlarınızdaki şeytanlıkları ben çoktan bilirdim. Bu bildiklerinizi unutun. Merhum II. Murad halim tabiatli herkese karşı ciddi ve sadık bir dosttu. Bugünkü padişahımız ise zannettiğiniz gibi sizlere karşı o kadar iyi fikir beslememektedir. Kendisinin cesaretini, sertliğini ve şiddetini bildiğimden şayet İstanbul onun eline geçmekten kurtulursa bunu Cenab-ı Hakkın size büyük bir lütfü bileceğim.
Ey akılsızlar! Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda sizinle yeminle kararlaştırılmış bir sözleşme yaptık. Diyebilirim ki henüz mürekkebi dahi kurumamıştır. Şimdi ise Anadolu'ya sefer yaptığımızı ve Frigya'da bulunduğumuzu gördüğünüzden faydalanarak, adetiniz olduğu üzere uydurduğunuz öcülerle bizi korkutmak, ürkütmek istiyorsunuz. Biz fikir ve kudretten mahrum çocuk değiliz. Orhan'ı Trakya padişahı yapmak isterseniz, hiç durmayınız! Macarları Tunadan bu tarafa geçirtmeği düşünüyorsanız, onlar da gelsinler. Siz de çok zaman evvel kaybettiğiniz yerleri geri almak için taarruza geçmek isterseniz, bunu da yapınız.
Yalnız şunu biliniz ki, bunlardan hiç birisine muvaffak olamayacaksınız bilakis ellerinizde bulunanları da kaybedeceksiniz. Mamafih isteklerinizi padişahıma arz edeceğim. O ne arzu ederse o olacak!
Edirne'ye gelince görüşürüz
Sultan II. Mehmed imparator ve senatonun isteklerini ve vezir-i azamla görüşmelerini öğrendikten sonra hiddetlendi. Buna rağmen görüşmede duygularını belli etmemeye özen gösterdi. Elçileri güler yüzle kabul etti. Sükunet içerisinde dinledi. Kendilerine:
Az zaman sonra Edirne'ye döneceğim. Orada görüştükten sonra arzularınızı yerine getireceğim, diyerek kısa fakat manidar bir cevap verdi. Çandarlı'nın aksine padişahtan yumuşak bir görüşme yapan elçiler biraz şaşkınlık ve biraz da ümit içerisinde geriye döndüler. Muhtemelen genç padişahın sözlerinin ne anlama geldiğini anlayamamışlardı.
İşte, Bizans'ın yeni senaryolar içerisine girmesi ve yapılan anlaşmayı çiğnemesi II. Mehmed Han’ı Karamanoğlu'nu takipten vazgeçirdi. Gelen elçilik heyetini ve kendi vezirlerinin barış isteklerini kırmadı.
Sultan Mehmed Bizans elçilerini gönderdikten ve Karamanoğlu ile sulh yaptıktan birkaç gün sonra Edirne'ye doğru yola çıktı. Gelibolu'ya doğru gidecek iken yolda Frenk gemilerinin Çanakkale boğazında bulunduklarını haberdar aldı. Bunun üzerine Kocaeli üzerinden İstanbul boğazına geldi. Anadolu hisarından Rumeli'ye geçerken Çandarlı Halil Paşaya Lala buraya bir hisar gerektir, diyerek Rumeli hisarının ilk sinyallerini verdi. Sultan Mehmed'in kale yaptırmak istediği mevki Bizanslıların Harmaneum Promentarium dedikleri boğazın en dar yerlerinden biri olup Anadolu hisarının tam karşısında yer alıyordu.
Boğazın kontrol altına alınması şüphesiz Osmanlılara pek çok faydalar temin edecekti. Yeni hisar sayesinde boğazda karşıdan karşıya geçmelerinin rahatlıkla sağlanması yanında düşman gemilerinin geçmesine mani olunacak ve Bizans'ın zahiresiz bırakılması da mümkün olacaktı.
Genç Osmanlı padişahı Edirne'ye varır varmaz ilk iş olarak Karasu havalisine adamlar göndererek Orhan'ın tahsisatı için ayrılan varidatın verilmemesini emretti. Bu vergiyi toplamak üzere oraya gelmiş bulunan imparatorun memurlarını da kovdurttu. Bu hareketi ile padişah da anlaşmanın hukuken kalktığını göstermiş oluyordu.
İkinci iş olarak da memleketin bütün idarecilerine umumi bir emir göndererek duvarcı ustası, dülger, kafi miktarda amele ve kireççi ile gerekli her türlü malzemenin hazır edilmesini ferman etti.
NİYETİM VE HİMMETİM İSTANBUL ÜZERİNEDİR
Sultan II. Mehmed Edirne'de İstanbul kuşatması hazırlıkları ile meşgul iken devlet erkanı ile ulema ve komutanlann fikirlerini öğrenmek için de onları bir toplantıya çağırdı. Ancak toplantının mahiyetini kimse bilmiyordu. Çünkü toplantıya gelenler ağırlanmış, yedirilip içirildikten sonra dualar edilmiş ve bundan sonra da vezirler tarafından padişaha devlet işleri hakkında alelusul bilgiler verilmişti. Nihayet genç padişah mecliste olanlara hitap ederek:
Uzun bir süredir hatırımda bir düşünce vardır, onu sizinle müşavere etmek isterim. Zira insanlar fikir, anlayış ve zeka bakımından ne derecede ileride olurlarsa olsunlar bu meziyetler, kendilerini başkalarıyla müşavere etmekten geri bırakmamalıdır. Hazreti peygamber efendimiz dahi bundan müstağni kalmamış ve böyle yapılmasını emir buyurmuşlardır. Bu itibarla ortaya atacağım mesele hakkında herkes fikirlerini açıkça ifade etmelidir.
Meclistekiler padişahın düşüncesi yanında kendilerininkinin bir şey ifade etmeyeceğini fakat padişahın emirlerini yerine getirmiş olmak için düşünebildiklerini arz edeceklerini söyleyince padişah tekrar söze başlayarak:
Dünya devleti müebbet olmaz ve bu cihan-ı fanide kimse devamlı kalmaz. Kişinin yaratılmasındaki maksat bir olan Allah'ı tanımak ve yaşandığı müddetçe O'nun dergahına yaklaşmağa çalışmaktır. En faziletli insan küfür ve dalalet içinde bulunanlara karşı savaşandır. Bakınız Kostantiniyye beldesi ki bağ-ı İrem ondan bir köşedir, ismi ve resmi ile illerde meşhur ve dillerde mezkurdur. Onun gibi bir menzil-i şerif ve makam-ı latif benim saltanat-ı zamanımda eyyam-ı devletimde küfür ocağı ve bağiler yatağı ve dağiler durağı olsun, layık mıdır? Niyetim ve himmetim onun üzerine çevrilmiştir, dedi.
Bu arada devletin kuruluşundan, Rumeli'ye geçişten, dedelerinin çektiği sıkıntılardan, Bizans'ın hile ve desiselerinden ve çevirdiği entrikalardan bahseden padişah, Bizans işini halletmeden hiçbir mühim işe girişmeyeceğini, bundan ötürü devlet erkanının bu husustaki fikirlerini öğrenmek istediğini belirtti.
Devlet erkanının bir kısmı padişahın fikrine uyarken bir kısmı da muhalif kaldılar. Muhaliflere göre İstanbul alınması güç bir şehirdi. Çünkü içinde bol nüfusu ve etrafında çok kuvvetli bir suru mevcuttu. Şehrin şiddetle müdafaa edileceğine göre, alınmamak ihtimali de vardı. Bu takdirde devletin prestiji azalacaktı. Onun için bu teşebbüse girişmemek icap ederdi.
Muhalif gurup Çandarlı Halil Paşa etrafında toplanıyordu. Padişahın bu muhalefetten fena halde canı sıkıldı ve:
Ol kalenin benim elimde fetholunması mukadder olmuş ise burç u baruları taşdan değil saf demirden dahi olmuş olsa, kahr u gadap ateşimle eritip mum gibi eylerim, diyerek fikrinde ısrar etti.
Bundan sonradır ki Bizans'ın mahvına mecliste ittifakla karar verildi.
Bu padişah öncekilere benzemiyor
Padişahın bu hazırlıklarını haber alan imparator ile devlet ileri gelenleri ilk kez bir felaketin yaklaşmakta olduğunu hissetmişlerdi. Derhal yeni bir elçilik heyetini Edirne'ye gönderdiler. Ancak bu defa elçilerin aldıkları talimat evvelkilere benzemiyordu. Orhan'ın tahsisatından hiç bahsetmeyecekleri gibi kalenin yapılmamasını temin edebilmek ve padişahla yeniden uyuşmak üzere her fedakarlığı yapacaklardı.
Elçiler Edirne'ye gelerek huzura girdiklerinde:
Ceddin Murad bey Edirne'yi alalı yüz seneden fazla bir zaman oluyor. O zamandan bugüne kadar gelen padişahların hepsi bizimle ahitnameler yaptılar. Halbuki bu padişahların hiç birisi İstanbul dahilinde bir kale veya bir kulübe inşasını düşünmedi. Şayet aralarında bir mesele çıksa veya harb olmuş olsa bile, bir hal şekli bularak, anlaşma yaparlardı. Büyük baban boğazın Anadolu kıyısında bir kale inşa etmek istediği zaman, bir evladın babasından talep ettiği gibi, rica ile imparator Manuel’den istedi. İmparator da Anadolu kısmının çok seneden beri Türkler tarafından meskun bulunduğunu nazar-ı itibara alarak bu kalenin inşa olunmasına razı oldu. Siz ise aramızda her şeyin düzgün bulunduğu bir zamanda, Karadeniz'e Frenklerin geçmelerine mani oluyor ve İstanbul'u açlıktan mahvetmek istiyorsunuz. Tahsil ettiğimiz gümrük resimlerinin bize verilmemesi için tedbir alıyorsunuz. Bu girişimlerinizi muhakkak olarak görüyoruz ve size rica ediyoruz ki, bu arzunuzdan vazgeçiniz ve çok iyi bir padişah olan babanız ile aramızdaki dostluk gibi, iyi dost olalım dediler.
Padişah ise bu sözlere karşılık: Ben şehirden bir şey almıyorum. İmparator şehrin hendeğinden dışarı hiçbir yere malik değildir. Şayet boğazda bir kale inşa etmek istersem, beni menetmeğe bir hakkınız yoktur. Her yer benim hükmüm altında bulunuyor. Anadolu yakasında bulunan kaleler benimdir ve bunların içerisinde oturanlar da Türk'tür. Batıda meskun olmayan yerler de benimdir ve Bizanslıların orada oturmağa hakları yoktur. Macar kralı üzerimize yürüdüğü zaman, o karadan gelirken Frenklerin kadırgaları Ege denizi boğazına gelerek, Gelibolu boğazını kapatarak, babamın Trakya'ya geçmesine mani oldular. O zaman babam boğazda dedesinin inşa eylediği kaleye yakın bir yerden Allah 'ın inayeti sayesinde, kayıklar ile boğazı geçti. Binaenaleyh babamın boğazı geçmek için ne zorluklara katlandığını ve ne sıkıntılara girdiğini pekala bilirsiniz. Babamın İstanbul boğazını geçmemesi için imparatorun kadırgaları keşiflerde bulunuyorlardı. Ben daha çocuktum. Edirne'de oturuyor, Macarların gelmelerini bekliyordum. Macarlar Varna civarındaki yerleri yağma ediyorlardı. Bunları gören imparatorunuz sevinç çığlıkları atıyordu. Müslümanlar elem ve ıstırap içinde, kafirler ise sevinç ve mutluluk içinde bulunuyorlardı. Çok büyük tehlikeler ile boğazı geçen babam, karşı yakaya geçer geçmez, Anadolu kıyısında bulunan kalenin karşısına, batı tarafında diğer bir kale yaptıracağına yemin etti. O, bu yemini yerine getirmeğe muvaffak olamadı. Allah'ın inayeti ile ben bunu yapmak istiyorum. Neden buna mani olmak istiyorsunuz? Memleketimde istediğimi yapmağa kadir değil miyim?
Gidiniz ve imparatorunuza deyiniz ki; şimdiki padişah öncekilere benzemiyor. Onların yapamadıkları şeyleri bu kolayca yapabilecektir. Onların istemedikleri şeyleri, bu isteyecek ve yapacaktır. Şimdiden sonra bu husus için gelenlerin derisi yüzülecektir.
Bizans'ın boğazı Osmanlının elinde
Sultan Mehmed bundan sonra bir elçi daha görmedi. O, artık bütün gayretini kalenin fethi için yapacağı hazırlıklara hasredecektir. Gerek hisarın yapımı sırasında gerekse tamamlandığında yapılan küçük çaplı vuruşmalar, askerlerle çobanların ve köylülerin kavgaları, fethe sebep teşkil edecek olaylar değil fetih yolundaki hazırlıklar sırasında ortaya çıkan basit tartışmalardır.
Nitekim ilkbaharın başlangıcı ile birlikte kış boyu yapılan hazırlıklar kendisini göstermeye başladı. Mart ayının sonlarına doğru otuz harb gemisi ile nakliye gemileri hisarın yapılacağı yere geldiler. Karadan gelen padişah da kalenin yapılacağı sahayı bizzat kendisi tayin ederek hududunu tespit ettirdi. Yapılan projeye göre kale planı üç köşe olup bir köşesi deniz sahilinde diğer iki köşesi de kara tarafında yamaçta idi. Anadolu’dan taşlar, İzmit ve Karadeniz Ereğli'sinden keresteler gelirken bin inşaat ustası ile beş bin amele de hazır olmuştu.
Padişah masrafları da dahil olmak üzere Çandarlı Halil Paşa ile Zağanos ve Sarıca paşalara birer burcun inşasını verirken kale duvarları ile hisarın diğer yerlerinin inşasını bizzat üzerine almıştı. Hisarın yapımına başlanmasıyla birlikte Bizans'tan bazı milliyetçi guruplar gönüllü olarak toplanarak harekete geçtiler. Hisarın yapımına mani olmak gayesiyle saldırıya geçtiler ise de kısa sürede dağıtıldılar. Pek çoğu öldürüldü. Bunun üzerine padişah şehir dışındaki Bizanslılara karşı daha şiddetli davranılmasını istedi.
İmparator ise erzak bakımından çekeceği sıkıntıları görerek köylülere bir zarar verilmemesi için her gün hisarda çalışanlara yiyecek ve içecek göndermeğe başlamıştı. Bu arada barışı tekrar temin edebilmek için son bir kez daha ricada bulundu ise de padişah reddetti.
Zaman zaman bizzat padişahın da çalışmalara iştirak etmesi neticesinde günümüzde Rumeli hisarı diye anılan Osmanlıların Boğaz kesen Yunanlıların yolları kesen dedikleri hisar dört ay gibi kısa bir sürede bütün haşmetiyle ortaya çıktı. Kale karşıdan ve uzaktan seyredildiğinde Hazreti peygamberin ve Fatih'in ismi olan Muhammed kelimesinin Arapça yazılışını andırıyordu.
İnşaatın tamamlanmasıyla birlikte Sultan II. Mehmed hisarın kumandanlığına Firuz Ağa'yı tayin etti. Maiyetine dört yüz yeniçeri ile silah ve cephane verildi.
Ve padişahın fermanı:
Marmara'dan Karadeniz'e ve Karadeniz'den Marmara'ya gidecek olan gemiler hangi hükümete ait olursa olsun ve ne büyüklükte bulunursa bulunsun yelkenlerini indirerek kalenin önünde demirleyecekler. Tayin edilen gümrük vergisini ödedikten sonra yollarına devam edebileceklerdir. Emrin hilafına hareket eden olursa top atışıyla batırılacaktır.
Nitekim 26 Ekim 1452'de Antonio Riko'nun emrindeki bir Venedik gemisi bu talimata uymadan yoluna devam etmek isteyince kaleden atılan bir gülle ile batırıldı.
GÖZLERİME UYKU GİRMEZ
Genç Osmanlı padişahı II. Mehmed Boğazkesen hisarını tamamlayıp Edirne'ye döndükten sonra bütün hücreleri ile tek bir hedefe kilitlenmişti. Gece gündüz, yatarken ve uyanıkken, ister sarayında bulunsun ister hariçte gezsin ve ne işle meşgul olursa olsun zihnini hep İstanbul'un fethine yoruyordu. Çok defalar akşam olunca ata binerek tek başına tebdil-i kıyafetle bazan yanına bir iki kişi alarak bazan yaya yürüyerek Edirne'yi dolaşıyor neler yapılması gerektiğini tasarlıyor veya yanındakilerle müzakere ediyordu. Hiçbir şeyin eksik olmamasını istiyordu.
Bir akşam gece yarısından sonra saray bekçilerinden birkaç tanesini göndererek Çandarlı Halil Paşayı sarayına davet etti. Bekçiler paşanın konağına giderek padişahın iradesini harem ağalarına bildirdiler. Bunlar da uykuda olan paşayı durumdan haberdar ettiler.
Halil Paşa bayılacak derecede korktu. Zira o, daha önce padişah aleyhine tertiplerde bulunmuş olduğundan, öldürüleceğinden endişe ediyordu. Hanımı ile vedalaşıp çocuklarını öptükten sonra çıktı. Beraberinde altınlar ile dolu bir altın tepsi vardı.
Halil Paşa padişahın odasına girdiği zaman II. Mehmed'i oturmuş ve elbisesini giyinmiş bir vaziyette gördü. Önünde İstanbul şehrinin ve surlarının durumunu gösteren haritalar ile kuşatma plan ve projeleri duruyordu. Hemen etek öperek altın tepsiyi önüne koydu. Padişah altınları görünce: Lala bunlar nedir? Diye sordu. O da cevaben:
Hünkarım! Devletin büyüklerini, padişah fevkalade bir saatte huzuruna davet ettiği vakit, elleri boş girmek adet değildir. Ayrıca huzurunuza çıkmak için getirdiğim bu artınlar benim değildir. Size ait olan altınları yine size takdim ediyorum. Padişah sıkılmıştı:
Lala! Benim senin altınlarına ihtiyacım yoktur. Hatta sana bunlardan fazla altın ihsan edeceğim. Senden yalnız bir şey istiyorum. Bana İstanbul'u ver. İstanbul'dan başka bir şey beni teskin etmez. Görmez misin gözlerime uyku girmiyor!
Halil paşa padişahın bu talebine karşı:
Hünkarım! Bizans imparatorluğunun, büyük bir kısmına seni sahip etmiş olan Cenab-ı Hak, İstanbul'u da sana ihsan edecektir. Ben eminim ki şehir senin elinden kurtulamayacaktır. Allah'ın inayeti ile ben ve bütün kulların, bu büyük işte muvaffak olmak uğrunda birbirimiz ile yarışarak mallarımızı ve canlarımızı feda edeceğiz ve kanlarımızı dökeceğiz. Bu hususta müsterih olun, cevabını verdi.
Belki de padişah öteden beri vezir-i azam Halil Paşanın Rumları himaye etmekte olduğunu duyuyor ve endişeleniyordu. Şimdi bu konuşma ile rahatlamış bulunuyordu.
Savaşa hazır olun
Osmanlı tarihlerinde, hisarın tamamlandığı günlerde Ağustos ayı içerisinde dinlenmek için gezintiye çıkmış birkaç Osmanlı askeri ile Bizanslı çobanlar arasında çıkan kavgadan bahsedilir. Arada yaralanan ve ölenler olmuş imparator da bunun üzerine İstanbul kapılarını kapattırdığı gibi şehirdeki Türkleri tevkif ettirmiştir. Bir müddet sonra Türkleri serbest bırakan imparator padişaha bir elçi göndererek özür dilemiş ancak elçiye yüz vermeyen II. Mehmed bu hadisenin aradaki dostluğu bozduğunu, Bizanslıların ya şehri teslim etmelerini ya da savaşa hazır olmalarını istemiştir.
Oysa Bizans anlaşmayı çiğnediği günden beri genç Osmanlı padişahı adım adım İstanbul'un fethi yolunda ilerlemektedir. Nitekim O, hisarın tamamlanması ve gerekli düzenlemelerin yapılması ile birlikte, bu olaylar olurken, yaklaşık elli bin kişilik kuvvetiyle İstanbul surları önüne gelmiş bulunmaktadır. İki gün kadar şehrin önünde kalıp surları ve hendekleri tetkik ettikten sonra kale önünde bir miktar kuvvet bırakarak Edirne'ye dönmüştür. Yoksa asker çoban tartışması diyerek ordusunu harekete geçirip İstanbul önlerine gelip kuşatmayı başlatmamıştır. Zira hiçbir olay olmasa dahi bu gelişmeler aynen yaşanacaktır. Bunun böyle olacağı aslında Bizans'ın anlaşmayı bozup padişah Karaman seferinde iken elçi göndermesiyle anlaşılmıştı. Bu itibarladır ki Bizans kaynakları imparatoru o olayda şiddetle tenkit etmektedirler. Nitekim Dukas:
Budala Bizanslılar iyi düşünmeden, boş bir fikir ortaya atarak, Mehmed'e elçiler gönderdiler, demekte sonrasında ise, Mehmed Bizanslılar için çok zararlı ve mahvedici bir teşebbüsü ele aldı diyerek hisarın yapımını bir nevi savaşın başlangıcı kabul etmektedir. Olayların akışı incelendiğinde gerçeğin de bu olduğu anlaşılmaktadır. Sultan Mehmed'in son olaylar sonunda huzuruna gelmiş Bizans elçilerine ilan-ı harb etmesi, artık gerçeği görünüz İstanbul benim olacaktır. Kan dökülmesin istiyorsanız bir an önce teslim ediniz ya da savaşa hazırlanınız, demektir. Yani padişah artık düşüncelerini açıklamakta bir mahzur görmüyordu.
İstanbul'un fethi için yapacağı hazırlıklar ise henüz tamam olmamıştı. Padişah o kışı da çağının hiç görmediği şahi topları döktürmekle uğraştı.
Nihayet sefer hazırlıklarının tamamlanmasından sonra II. Mehmed 1453 yılı şubat ayında ağır topçu gurubunu Edirne'den yola çıkardı. Toplar, Rumeli beylerbeyi Karaca beyin komutasında on bin kişilik süvari kuvvetiyle iki ayda İstanbul önlerine getirildi. Sultan II. Mehmed de yanında Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrev ve Akbıyık gibi alimler ve şeyhler olduğu halde 24 Mart Cuma günü Edirne'den hareket edip 5 Nisan'da İstanbul önüne ulaşıp, Bayrampaşa deresi kenarında Maltepe sırtlarına otağı hümayun kuruldu.
6 Nisan Cuma günü başlayan çarpışmalar, devrin bütün silahlarının kullanılması, bilinen bütün çarpışmaların yapılması, gemilerin karadan yürütülmesi, ilk kez havan topunun kullanılması, yürüyen kuleler, her şeyi yakan grejuva ateşi, kale bedenlerinde akıl almaz vuruşmalar ile geçen elli dört günün sonunda 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul Türklerin oluyor ve II. Mehmed Fatih sıfatıyla şehre dahil oluyordu.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"