Hala Sultan’dan Mehmetçik’e, binlerce şehide mâlolan kadim bir İslâm beldesi…
“Bir vilayet eskiden Müslüman mülkünden iken sonradan, düşman ele geçirip medrese ve mescidlerini harap bir duruma düşürse… Eskiden yapılan barış antlaşması İslâm şeriatına göre böyle bir beldenin fethine engel olur mu? Beyan buyrula!”
“El cevab: Allah bilir; asla engel olması ihtimali yoktur…”
Şeyhülislam Ebüssuud Efendi
Kıbrıs, Peygamber Efendimizin, “Hala Sultan” denilen Ümmü Hiram ile bir konuşması ve devam edegelen hadiseler manzumesi sonucunda manevî yönden müslümanlar için fevkalade önemli bir mevki haline gelmiştir. İstanbul’a, Eba Eyyûb el Ensari hazretleri ne büyük bir kıymet bahşetmişse Hala Sultanda Kıbrıs’a aynı şerefi kazandırmıştır. Şöyle ki:
Peygamber Efendimiz, süt teyzeleri tarafından akrabası olan Ümmü Hiram’ın Medine’deki evini ziyaretlerinde bir müddet uyumuşlardı. Peygamberimiz’in gülerek uyandıklarını gören Ümmü Hiram “Ya Resulullah! Niçin güldünüz?” diye sordu. Peygamber Efendimiz; “Yâ Ümmü Hiram! Ümmetimden bir kısmını gemilere binip, kafirlerle gazaya gider gördüm” buyurdular. Ümmü Hiram da; “Ya Resulullah! Dua et de ben de onlardan olayım” deyince Peygamber Efendimiz “Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle” diye dua buyurdular.
Aradan seneler geçti. Ümmü Hiram Hazreti Osman zamanında Hazreti Muaviye‘nin komutasında Kıbrıs adasına düzenlenen deniz seferine kocası Ubâde bin Samit’le birlikte gönüllü olarak katıldı. O bu sırada 86 yaşında bulunuyordu. Sefer sırasında nice zahmetlere katlanan ve gazileri devamlı gayrete getiren Ümmü Hiram, Larnaka yakınlarında atından düşmesi üzerine şehid oldu. Kabri Larnaka şehrinin Tuz Gölü kıyısındadır. Ümmü Hiram ve daha pek çok sahabenin şehid düşmesi ile Kıbrıs Müslümanlar için önemli tarihî kıymeti olan bir belde haline geldi.
Ancak Kıbrıs’ın Müslümanlar elinde kalması fazla uzun sürmedi. Halife Yezid döneminde ada tekrar Bizanslılar’ın hakimiyetine geçti. 1191’de Arslan Yürekli Rişar tarafından zaptedilen Kıbrıs, 1192’de Lusipanlar’ın; 1489’da ise Venedikliler’in eline geçmiştir.
Kıbrıs Haraca Bağlanıyor
Osmanlılar’ın Kıbrıs’la ciddi olarak ilgilenmesi Mısır’ın fethi ile başladı. Yavuz Sultan Selim, kethüdası Ali Ağa’yı Kıbrıs’a göndererek Memlûkler’e ödenmekte olan verginin bundan böyle kendilerine gönderilmesini istedi. Memlûk Devleti’nin bir hamlede ortadan kaldırılmış olması zaten Venedik’in gözünü korkutmuştu. Teklif derhal kabul edildi. Bu arada Haliç Tersanesi’nin büyütülme çalışmaları da onları kuşkulandırmaya yetmişti. Dolayısıyla ikinci kez gelen Osmanlı elçisi Mustafa Çavuş’u büyük bir itibar ile karşılarken haracı da iki katına çıkardılar.
Kanunî Sultan Süleyman döneminde de Venedik, Kıbrıs’ın haracını muntazaman ödemeye devam etti ise de 1570 yılına gelindiğinde artık adanın zaptı için pek çok zaruret doğmuş bulunuyordu. Öncelikle Osmanlılar’ın Afrika ve Arabistan’da yapılması muhtemel askerî hareketlerinde en emin ulaştırma ve ikmal yolu Doğu Akdeniz idi. Kıbrıs adası Venedikliler’in elinde kaldıkça Osmanlılar’ın bu denizdeki hakimiyetine gölge düşürüyordu. Ayrıca Kıbrıs’a hakim olunursa Güney Anadolu, Suriye ve Mısır’a yapılması muhtemel bir düşman saldırısında ada mükemmel bir savunma üssü görevi yapacaktı.
Son olarak ve en önemlisi Kıbrıs, Akdeniz’de seyreden tüccar ve hacı gemilerine baskın yapan korsanların yuvalandıkları bir sığınak yeri haline gelmişti. Venedik ise korsanların faaliyetlerini önlemeye çalışmak yerine özür dilemekle yetiniyor, bu tecavüzü yapanların Mesina ve Malta korsan gemileri olduğunu belirtip meseleyi savuşturmaya çalışıyordu. Neticede korsanların faaliyetleri sonucunda Akdeniz, güvenli bir deniz ulaşımı ve ticareti yapılamaz hale gelmişti.
El Cevab: Allah Bilir
Nitekim bu önemli savaş sebebi Ebüssuud Efendiden istenilen fetva ve verilen cevapta da açık bir şekilde görülmektedir. Osmanlı Devleti Venedik’le sulh halinde bulunduğundan Şeyhülislam’dan fetva alınmak zarureti doğmuştu.
İşte Şeyhülislam Ebüssuud Efendiden cevabı istenen mesele:
“Bir vilâyet eskiden Müslüman mülkünden iken sonradan düşman ele geçirip medrese ve mescidleri harap bir duruma düşürür, minber ve mahfillerini küfür ve sapkınlıklarla doldurur, İslâm dinine ihanet gayesi ile türlü eylemlere girişip çirkin davranışlarını dört yana duyurursa; dinin sığınağı olan padişah hazretleri, Müslümanlık gayreti gereğince söz konusu vilâyeti alçak kafirler elinden alıp İslâm ülkeleri arasına katmak için harekete geçse; eskiden yapılan barış antlaşması ile aynı kafirlere bırakılan ülkeler arasında şimdi söz konusu edilen bu vilâyetinde İslâm şeriatına göre anlaşmayı bozmaya engel olur mu? Beyan buyurula!”
El Cevab:
“Allah bilir, asla engel olması ihtimali yoktur. İslâm padişahının Allahü Teâlâ zaferlerini aziz kılsın kafirlerle barış yapması, ancak Müslümanların tümüne yararlı olduğu takdirde dinimize uygun düşer. Yararlı olmazsa kesinlikle uygun düşmez…”
Ve donanma Kıbrıs’a
Artık Osmanlılar için adayı ele geçirmek yolunda başka bir mani kalmamıştı.
1570 Mayısında (977 Zilhicce) 180 kadırga, 10 mavna, 170 parça ile “Karamürsel” denilen küçük deniz vasıtasından teşekkül eden 360 parçalık Osmanlı donanması Kaptan-ı derya Müezzinzâde Ali Paşa kumandasında İstanbul’dan Kıbrıs’a hareket etti. Adanın zaptına Vezir Lala Mustafa Paşa Serdar tayin edilip denizdeki donanma faaliyetine de tecrübeli Vezir Piyale Paşa memur edildi.
İkinci Selim Han, serdarı uğurlamak için Yedikule’ye kadar gelmiş, daha evvel Beşiktaş’taki Barbaros Hayreddin Paşa türbesinde ananevi büyük törenler düzenlemiş, kurbanlar kesilerek fakirler doyurulmuştu.
Papa’dan İmdat
Osmanlılar’ın Kıbrıs’ı zaptedeceğini anlayan Venedik Cumhuriyeti, Papaya müracaat ederek Avrupa devletlerinin yardıma koşmaları için destek vermesini istedi. Ancak papalığın bu konudaki çalışmaları pek etkili olmadı. Almanya, Fransa, Avusturya, Rusya, Lehistan, İngiltere yardım yanlısı görünmekle birlikte kendi iç ve dış meselelerinin zorluklarını ileri sürerek Osmanlı Devletiyle olan barış ve dostluklarını bozamayacaklarını bildirdiler. İspanya’nın 100 kadırga ile harbe iştirak edeceğini öğrenen Osmanlı Devleti, Bosna eyâletinin güney batısındaki Kilis ve Hersek’te hudutlarını tahkim için sancakbeylerine hükümler gönderdi. Müttefik donanması aralarındaki karar gereğince Girit’in Suda limanında birleşeceklerdi. Ancak 1570 Mayısı’nda Venedik donanması Suda limanına geldiyse de diğerlerinin geç katılması Osmanlılar’ın harekâtını büyük ölçüde kolaylaştırmıştı.
Hala Sultan’a selam
Öte yandan Osmanlı donanması Finike limanında kara birliklerini de aldıktan sona 30 Haziran 1570’te Kıbrıs istikametinde harekete geçmişti. 2 Temmuz’da Limasol limanına varan donanma, buraya küçük bir kuvvet çıkardı. Bu kuvvetler bir kaç kilometre içeriye girip ilk ihtarda teslim olan Lefteri kalesine Türk bayrağını çektiler. 3 Temmuz günü Limasol’dan ayrılan asıl Türk kuvveti ve donanması, aynı günün akşamı Tuzla (Larnaka) körfezine demir attı. Burada 21 pare top atışı ile Hala Sultan selamlandı. Asıl çıkarma 4 Temmuz sabahı burada yapıldı ve hiçbir direnme ile karşılaşılmadı.
Serdar Lala Mustafa Paşa burada kurulan otağında, Vezir Piyale Paşanın da katıldığı bir savaş meclisi topladı. Yapılan görüşmeler sonunda adanın merkezi Lefkoşe üzerine yürüme kararı verildi. Kale komutanına teslim olması yönünde bir mektup gönderildi. Bu sırada Girne kalesi kendiliğinden teslim oldu (9 Temmuz). Lefkoşe ise son derece müstahkem bir kale idi. Kalede yaklaşık 25 bin asker ve 250 top bulunuyordu. Kaleyi Venedikliler’den başka İtalyanlar, Katolik Arnavutlar, İspanyollar ve gönüllü birlikleri savunuyordu.
Kuşatma için bütün hazırlık ve tedbirleri olan Lala Mustafa Paşa, elindeki askeri yediye bölüp, tabyaların karşısına yerleştirdikten sonra büyük toplarla kaleyi dövmeye başladı. Düşman büyük bir inatla dayanmakta, bombardımana karşılık vermekte, hatta arada huruç hareketi yaparak Türk metrislerine saldırmaktaydı. Kuşatmanın 31. günü yapılan böyle bir huruç hareketi sırasında şiddetli ve kanlı boğuşmalar meydana gelmiş; Venedikliler ağır zayiat vererek kaleye dönmek zorunda kalmışlardı.
Ayasofya’da İlk Cuma
Kuşatmanın 51. günü (9 Eylül 1570) güneş doğmadan topçu desteği ve patlatılan lağımların oluşturduğu geniş yıkıntıların da yardımıyla, güneydeki dört burca karşı umumî hücuma geçildi. Hücumdan iki saat sonra Türk askerinin fevkalade azmi ve inancı, ilk meyvelerini vermeye başladı. Karaman ve Anadolu eyaleti askerleri Podocataro burcunu ele geçirmeyi başardılar. Buradan süratle şehre giren birlikler boğaz boğaza mücadeleler sonunda son direnme noktalarını da ele geçirdiler. Venedikliler, Kıbrıs genel valisi Dandolo başta olmak üzere 20 bin ölü ve bin kadar da esir verdiler. 15 Eylül’de büyük bir törenle şehre giren Lala Mustafa Paşa Selimiye Camii adı verilen Ayasofya’da ilk cuma namazını kıldı.
Lefkoşe’nin fethedilmesi Baf, Limasol ve Larnaka’nın savaşmadan teslim olmasını sağladı. Bu sırada 206 gemi, 1300 top ve onaltı bin asker ile 36 bin gemici ve kürekçiden mürekkep Haçlı donanması Meyis adası önüne gelmişlerdi. Burada iken keşif gemilerinden Lefkoşe’nin zaptını öğrenen müttefikler, deniz mevsiminin de geçmesi sebebiyle Suda limanına dönerek muharebeyi gelecek seneye bıraktılar.
Magosa Önünde
Lefkoşe’nin tahkiminden sonra 8 Ekim’de tekrar harekete geçen Lala Mustafa Paşa, 12 Ekim’de Magosa önlerine geldi. Son derece müstahkem olan bu mevkiyi zaptetmenin uzun zaman alacağını gören Lala Mustafa Paşa kış mevsiminin de gelmesi üzerine kalenin sadece kuşatılmasıyla yetinilmesine, kesin zaptının ise ilkbahara bırakılmasına karar verdi. Bu karar üzerine Piyale Paşa, Rodos Beyi Arap Mehmed Bey kumandasında kırk kadar kadırga bıraktıktan sonra Magosa limanından ayrıldı. Adada yalnız Serdar Lala Mustafa Paşa kaldı.
Serdar, 1570 Ekiminden başlayarak kışlamak üzere gerekli tedbirler almaya ve mevziler hazırlamaya başladı. Kalenin dışarıyla olan bağlantılarını tamamen kesmek, giriş ve çıkışlarını engellemek maksadıyla karada ve denizde kuvvetli bir karakol ve devriye görevi düzenledi. Buna rağmen 6 Ocak 1571’de Hanya limanından Kıbrıs üzerine harekete geçen Girit-Kandiye komutanı Antoine Quirini, erzak, mühimmat, araç ve gereç yüklü 1600 askerin bindirildiği dört yük gemisi ve oniki kadırgadan oluşan filo ile gelerek savunmayı yarıp Magosa limanına girdi. Venedikliler’in bu yardımlarla daha da güçleneceğini gören serdar, merkezden acele donanmanın yardıma gelmesini istedi. İstanbul’dan derhal kuvvet ve donanma yollandığı gibi asıl mühim bir donanma da Pertev Paşa serdarlığıyla Akdeniz’e çıkarıldı.
Muhasara uzuyor
Yeni yardım ve bilhassa kudretli toplara kavuşan Serdar Lala Mustafa Paşa, Magosa ablukasını derhal yeniden kuşatmaya çevirerek kaleyi şiddetle sıkıştırmaya başladı. Bir taraftan toplar surları dövüyor, bir taraftan derin lağımlar kazılarak kaleye doğru ilerleniyordu. Kalenin her tabyasına karşı dörder topla birer batarya yerleştirilmişti.
Muhasara uzayınca kale komutanı Bragadino erzağın azaldığını görerek ahaliden 8 bin kişiyi düşmanının insafına terketti. Ancak Osmanlılar bunları büyük bir insaniyetle karşılayıp çevre köylere yerleşmelerine yardımcı oldular.
Türk topları kale surlarında yer yer tahribata sebep oldularsa da, düşmanın şiddetli direnmesi ve gündüz yıkılan yerleri gece tamir etmesi sebebiyle hücumla girilebilecek derecede büyük gedikler açamadı. Bunun üzerine lağım işine girişildi. Bunlardan ustalıkla açılan birinin patlatılmasıyla şehir sarsıldıysa da, gediğe yürüyen gazilerin hücumu netice vermedi. 28 Mayıs’da Kilis Sancakbeyi Canbolat Bey‘in deniz tarafından kalenin altında yürüttüğü lağımın patlaması pek müthiş oldu. Buradan taarruza geçen Osmanlılarla kale müdafileri arasında gün boyu devam eden şiddetli çarpışmalar meydana geldi. Neticesiz kalan taarruz sırasında Canbolat Bey şehid oldu. Kabri Magosa girişinde Osmanlı bayrağına sarılı olarak bulunmaktadır.
Atılan lağımlar ve yapılan bombardıman neticesinde Magosa Kalesi’nin dayanma gücü gittikçe azalmaktaydı. Bir genel hücumda mühim bataryalardan biri alınmak üzere iken, Venedikliler bunun altına hazırladıkları lağımı patlatıp, Türk askerleriyle birlikte kendi askerlerini de havaya uçurdular. 21 Temmuz’da Anadolu askeri hücum ederek bir tabyayı alıp içindeki toplan dışarı çıkardılar. Ancak karşı hücuma geçen düşman bunların daha fazla ilerlemesine mani oldu.
VİRE GÜNÜ
Serdar Lala Mustafa Paşa son ve genel bir hücuma geçmeden önce yoğun bir hazırlık programı başlattı. Çeşitli mıntıkalardan lağımlar açtırdı. Böylece 1 Ağustos 1571 sabahı erkenden başlatılan şiddetli bombardımandan sonra lağımlar da patlatılarak hücuma geçildi. Şiddetle cereyan eden bu amansız taarruzun ilk safhalarında Leusus burcu ele geçirilerek Türk Bayrağı çekildi. Bu durumu gördükten sonra artık direnmenin gereksiz olduğunu kabul eden Venedik komutanlığı kale surlarına çektirdiği beyaz bayraklarla teslim olmak istediğini bildirdi.
Aynı gün yapılan görüşmelerle “Vire” şartları belirlendi. Buna göre kaledeki askerler eşya ve silahlarını alıp çıkacaklar ve Osmanlı gemileriyle Girit’e nakledileceklerdi. Sivil halk da her şeyini alıp gitmekte veya kalmakta serbest olacaktı. Kalanların can ve mal güvenliği sağlanacaktı. Venedikliler de kalede bulunan 50 Türk esirini serbest bırakacaklardı. Anlaşma bu şekilde imzalanmasına rağmen Venedikliler o gece ellerinde bulunan Türk esirlerin tamamını işkencelerle katlettiler.
BRAGADİNO’NUN KÜSTAHLIĞI
Bu feci hadiseden habersiz ertesi gün tahliye işlemleri başlatılmış bulunuyordu. Kale dışına taşınan müdafiler serdar tarafından tahsis olunan 20 gemiye yerleştirildiler. Bunlarla beraber gidip gemileri geri getirmekle, derya beylerinden Arap Ahmed Bey yirmi kadırga ile görevlendirilmişti.
Her şey hazır olup hareket edileceği sırada kale komutanı Bragadino ile bazı yüksek rütbeli subaylar veda için serdara geldiler. Kendilerine birer sandalye verilerek serdarı karşısında oturtuldular. Lala Mustafa Paşa: “Size bu kadar gemi verildi; denizde donanmanız var; gemilerimiz geri dönünceye kadar rehin olarak bir şey yanımızda kalsın” dedi.
Ancak Bragadino bu haklı isteğe karşı: “Bey değil bir köpek dahi alıkoyamazsınız” diyerek nefretle infial gösterdi. Bu cevaba hiddetlenen serdar “Öyle ise nerede bize teslim edeceğiniz Müslüman tutsaklar?” diye sordu. Sıkışan Bragadino: “Onların hepsi benim değildi. Her biri beylerden ve asker halkından birine ait bulunuyordu; vire gecesi onları öldürmüşler” deyince serdar: “Ya sende olanlar nerede?” diye kükredi. Bragadino’nun verecek cevabı kalmayınca Lala Mustafa Paşa: “O halde vireyi sen bozmuşsun, neticesine katlanacaksın” diyerek hepsini bağlattı ve otağının önünde on tanesini idam ettirdi. Gemilerdeki esirleri de dışarıya çıkartıp, ayaklarına sıkıca zincirli halkalar bağlattı ve donanma gemilerine dağıttı.
Koyu bir Türk ve İslam düşmanı olan Bragadino Müslüman esirlere akıl almaz işkencelerde bulunarak öldürtmüştü. Şahitlerin ifadelerini dinleyen Lala Mustafa Paşa, kendisini aynı akıbete maruz bırakarak ortadan kaldırdı.
ELLİBİN ŞEHİD!
Kıbrıs adasının fethi Osmanlı ülkelerinde büyük sevince sebep oldu ve şenliklerle kutlandı. Şairler:
آلدی قبرس آطه سن شاه سليم
“Aldı Kıbrıs adasın Şâh Selim” (=978) ve “Hamdü li’llâh yine alındı hisarı Kıbrıs’ın” (=978) diyerek fethe tarihler düşürdüler.
Onbeş aydan fazla süren ve yaklaşık 50 bin şehide mâl olan Kıbrıs, bu tarihten itibaren Osmanlı idaresinde asırlar sürecek bir huzur, sükun ve refah devrine geçti.
Fetihten sonra Kıbrıs, derhal tahrir olunup beylerbeyiliğine Avlonya Sancakbeyi Muzaffer Paşa tayin olundu. Kalelere münasip miktarda muhafızlar yerleştirildi ve mühimmatı ikmal edildi. Bir eyalet itibar olunan Kıbrıs’a Tarsus, Alâiye ve İçel sancakları ilhak edildi. Adaya, Anadolu’dan Konya, Karaman, Niğde, Kayseri sancaklarından göçmen naklolundu.
Bundan sonra “Kıbrıs Fatihi” diye anılacak olan Lala Musafa Paşa, 15 Eylül 1571’de top atışları arasında adadan ayrıldı ve birkaç hafta sonra da büyük bir zafer alayı ile İstanbul’a girdi.
Doç. Dr. Ahmet Şimşirgil
Kaynak: Bu makale Tarih ve Medeniyet Dergisi Sayı 41 Sayfa 8-11 de yayınlanmıştır.
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"