Gençliğimiz ve geleceğimiz adına son yıllarda atılan adımlardan beni en fazla heyecanlandıran seçme ve seçilme yaşının 18’e düşürülmüş olmasıdır. Bu karar fevkalade önemlidir. Zira Dünya hayatı o kadar kısadır ki çabuk yetişmek ve çabuk iş sahibi olmak bakımından fevkalade önemlidir. Bunun şüphesiz ki içini doldurmak ise milli eğitimimize düşecektir.
Biz tarihimiz kadar destanlarımızı da kaybettik.
Oğuz Kağan destanı şu şekildeydi:
“... Günlerden bir gün Ay Kağan'ın gözü parladı. Doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Çocuk son derece güzeldi. Ona Oğuz adı verildi. Bu çocuk anasının göğsünden bir kere süt emdi, bir daha emmedi. Dile gelmeye başladı ve et istedi. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve oynadı. At sürüleri güder, ata biner ve av avlardı”.
İleride 24 Oğuz boyunun atası olacak Oğuz’un destanında çabuk büyüme ve yetişme teması vardır. Evet bu bir destandır. Fakat gerçek tarihimiz bu destanın içerisinde gizli değil midir?
Bakınız dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmuş bulunan Osmanlılar oğullarını 11-12 yaşında Amasya, Manisa, Konya, Kastamonu ve Trabzon gibi mühim merkezlere vali olarak atıyorlardı. Bugün iki yüz fabrikası olan bir adam bir fabrikanın idaresini 12 yaşındaki oğluna verir mi acaba?
Demek ki onu mükemmelen yetiştiriyor sonra da staj olmak üzere bir merkeze gönderiyorlardı.
I. Murad Han da oğlu Mehmed’i (Fatih) 11 yaşında Manisa valisi 12 yaşında ise saltanat koltuğuna oturttu. 12 yaşında bir çocuk saltanata geçince Papalık ve Avrupa ülkeleri hareketlenmiş ve Osmanlıları balkanlardan atmak üzere harekete geçmişlerdi. O zaman sadarette bulunan Çandarlı Halil Paşa endişeye kapılarak Sultan Mehmed’den devletin başında tecrübeli birinin bulunmasını istedi. Bu söz bir anlamda kendisine güvenilmediğini ortaya koyuyordu.
12 yaşındaki gencin cevabı ise, Çandarlı’ya unutulmaz bir ders, idarecilerimize ve milletimize ise hazineler değerinde bir öğüt olacaktı. Ne yazık ki bu söz de tarih kitaplarına geçmedi, gençlerimiz altın değerindeki bu sözleri duymadı. II. Mehmed kurt devlet adamına dönerek:
“Evvele’l fikir ahire’l-amel gerekmez miydi”. Çocuk padişah koca Çandarlı’ya, düşmanın geleceğini hiç mi hesaplamadınız. Düşman geliyor git, düşman gitti gel. Saltanat çocuk oyuncağı mı diyerek müthiş bir ders vermişti.
Bu itibarla bugün gençlerimizi erken hayata kazandıracak tarih, edebiyat ve din derslerimizin müfredatlarını yeni baştan gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Ancak o takdirde Sayın Cumhurbaşkanımızın 2023, 2053 ve 2071 diyerek verdiği hedefleri yakalama imkanına sahip oluruz.
Sultan geldi!
Geldi mah-ı Ramazanım
Şad olup sevindi canım.
Bir beldeye bir dünya sultanı misafir olarak gelse bir evde kalabilir. Sayılı aileleri sevindirebilir. Cenab-ı Hakkın gönderdiği sultan ise dünya sultanlarına benzemiyor. O, on bir ayda bir geliyor. Bir ay misafir olarak kalıyor, kendisini kabul eden dünyadaki bütün evleri şenlendiriyor. Alemi tezyin ediyor.
Misafir yer, içer masrafları olur. Konumu ne kadar yüksek ise maliyeti de o kadar ağır olur. Oysa bu sultan yemiyor, içmiyor ve hiçbir masrafı olmuyor. Aksine bulunduğu yeri bereketlere gark ediyor.
Bu sultan öyle güçlüdür ki kendisine bağlananları her türlü kötülükten koruyan bir kalkandır. Her insanın en büyük düşmanı olan şeytanları bağlayıp onu muhafaza eder. İnsanı sanki başka bir insan kılar.
Bu sultan rahmet, mağfiret saçıyor. Razı olduklarına Cehennem kapılarını kapatıyor. Bunun girdiği evlere bolluk, bereket giriyor. Ülkelere dirlik düzenlik geliyor. Kişinin yaptığı hayırlara sevapları katlıyor. Farzlar yetmiş farz gibi, sünnetler farz gibi değerleniyor. Öyle ki her anı her vakti hayır ve kazanç kapıları açık duruyor. İsteyen bol bol hasat topluyor.
Oruç, sahur, iftar, teravih bu sultanın yanında getirdiği hediyelerdir. Onları değerlendirenlere mükafatın ne olacağını bu dünyada kestirmek dahi mümkün değildir.
Evet kişinin evine bir dünya sultanı nasıl sevinir, o hatıra ile ölünceye kadar övünür. Bir ay evimizi, ülkemizi, dünyamızı şenlendiren sultanın kıymetini iyi bilelim. Onu hoşnut kılacak işlere sarılalım.
TEFEKKÜR
Gönderdi Huda çün bize mihman Ramazanı
Hoş tutmağa niyyet edelim biz dahi anı
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Türkiye Gazetesi 4.6.2017
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"