TRT1’de Barbaros ile alakalı “Akdeniz’in Kılıcı” dizisinden sonra şimdi de “Sultan’ın Fermanı” başladı. Birinci dizi tutmadı. Çabucak beklentilerin altına düştü.
Zira artık TRT1’in tarih dizilerinden millet ümidini kesti. Beklediği eserler ortaya çıkmadığı gibi ortaya konan senaryolar, milleti derinden yaralamaya ve üzmeye devam ediyor. Bu konuda her hafta yüzlerce mail alıyorum.
“TRT’nin tarihimize ve bahusus Barbaros Hayreddin Paşa’ya husumeti mi var?” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Zira ikinci dizinin de birincisini aratmayacak derecede yalan yanlış kurgularla dolu olacağı anlaşıldı.
Aslında artık kurgudan da geçtik, akıl almaz iftiralar birbirini takip ediyor.
Birincide İskenderiye meyhanelerinde Barbaros’un ipten saptan kurtulmuş adamlara şarap dağıtan sevgilileri başrolde idi.
Bu ikincisinde ise Barbaros’un kız kardeşleri dakika bir zina ve ahlaksızlık ile gündeme geldiler. Tabii bu iftiradan sadece Barbaros’un kız kardeşi nasibini almayacaktı. Aynı zamanda Kaptan-ı Derya Kemankeş Ahmed Paşa da bu iftiranın diğer bir figüranı olacaktı.
Böylece dizinin daha nerelere savrulacağı baştan belli oldu.
Yapılanlar günümüzdeki aşk-ı memnu dizilerini tarihe götürmekten tarihteki şahsiyetlere uyarlamaktan başka bir şey değil. El-Hak bunda fazlasıyla başarılılar.
Yalanla yanlışla yoğrulmuş beyinlerden hakikat kıvılcımları fışkıracak değil elbette.
İş yine seyirciye ve izleyiciye düşüyor. “Bu benim yiğit amiralim değil” diyecek ve tavrını gösterecek. Hatta gerekli mercilere şikâyetlerini yapacak.
Sayın Cumhurbaşkanımız Muhteşem Yüzyıl denilen rezalete zaman zaman ayar çekiyordu.
Artık TRT1’e de ayar çekmenin zamanı fazlasıyla gelmiş bulunuyor.
Milletin parasıyla, milletin tarihine iftira etmek, sövmek ancak bu kadar olur! Milletin kahramanlarını gömmek TRT eliyle mi olacaktı? Doğrusu inanamıyor insan.
Emsalsiz bir lider!
Barbaros Hayreddin Paşa gibi bir cihan amirali Batı ülkelerinde yaşasa ve o tarihî destanları yazsa dünya tarihine nasıl sunulurdu acaba? Çok ibretlik bir söz vardır ki sanki bugün için söylenmiştir:
“Öyle bir nesil, öyle bir zaman ki, her şeyin fiyatını biliyor, fakat değerini bilmiyor!”
Barbaros’un hayatı, destan kahramanlarını kıskandıracak derecededir. O, sadece bir donanmanın sevk ve idaresinde gösterdiği maharetle anılacak bir şahsiyet değildir. Bir avuç yoldaşıyla zor bir coğrafyada tutunmuş, Akdeniz’de İspanyollara karşı başarılı bir mücadele vermiş, Cezayir gibi büyük bir sultanlığın sahibi olmuş ve bu ülkenin yönetiminde gösterdiği dirayet ile de dikkatleri çekmiştir.
Dolayısıyla o, hayatının her yönüyle incelenmesi ve bilinmesi gereken emsalsiz liderlerden biridir. Onun başbuğluğunda bir avuç gazinin Akdeniz’de başardıkları büyük işler, birkaç kişiyle neler yapılabileceğini gösteren maddi delillerdir. Ancak asıl dikkat edilmesi gereken onlara bu başarıyı kazandıran, bu yüksek ruhu veren hasletleri görebilmektir.
Barbaros’un insanların kalbini kazanma, beceri ve kabiliyetlerini keşfedebilme ve onları istediği gibi kullanmaktaki hünerleri eşsizdi.
Dinî hayatta gösterişten uzak çok samimi ve ihlaslı bir hâli vardı. Her işte Rabbinin rızasını gözetirdi. Dinî vazifelerini denizde ve karada savaşta ve sulhta hiç aksatmazdı.
Affetme, cömertlik, yumuşaklık gibi huyları, istişaresiz hiçbir işe girişmemesi başarısındaki en büyük amillerdi.
Yeri geldiğinde çok merhametli olmasına karşın gerektiğinde ibreti âlem için son derece şiddetli davranırdı. Bilhassa din düşmanları ile ittifak edenlere karşı merhamet göstermezdi.
Kanuni Sultan Süleyman, gazalarını cihad aşkını, Osmanlıya olan hudutsuz bağlılığını dinlediği Barbaros Hayreddin Paşa’ya büyük hayranlık duymuş ve onu hizmetine davet etmişti.
Huzuruna geldiğinde kendisini tanıyınca muhabbeti ve hayranlığı bir o kadar daha artmış ve muazzam armadasını ona emanet etmişti.
Kanuni sadece burada bırakmadı. Bu yiğit gazinin hayatının Türk gençlerince bilinmesini arzu etti. Sonraki nesillerin de okuyup istifade etmelerini temin maksadıyla Barbaros’un yanında bulunan yiğitlerden Seyyid Muradi’ye onların gazâlarını ve hâllerini yazma görevini verdi.
Seyyid Muradi de uzun yıllar birlikte bulunduğu bu büyük Türk amiralinin hayatını ve gazalarını yazdı… “Gazâvat-ı Barbaros Hayreddin Paşa” adını verdiği eserini Türk bilim tarihine kazandırdı.
Hayreddin Paşa’nın hayatı denizlerde geçmiştir. Uzun bir dönem bilfiil deniz ticareti, yedi sene kadar şanlı bir deniz akıncılığı, on altı sene Cezayir’de sultanlık ve on iki sene de Osmanlı İmparatorluğunun en parlak devrinde o devre layık şekilde Kaptan-ı deryalık yapmıştır.
Kaynakların tasvirine göre Barbaros Hayreddin Paşa iri yapılı ve kumral tenli idi. Saçı, sakalı, kaşları ve kirpikleri çok gürdü. Rumca, Arapça, İspanyolca, Fransızca ve İtalyancayı çok iyi bilirdi. Cezayir’de yaptırdığı caminin kitabesinde unvanı, “es-Sultanü’l-mücahid Mevlâna Hayreddin ibn el-emîr eş-şehir el-mücahid Ebi Yusuf Yakub et-Türki” şeklinde yazılıdır.
Parçalanmış siyasetin mimarları!
Birliğin gücünü Barbaros Hayreddin Paşa kadar gösteren ikinci bir şahıs yoktur. Zira üleş sisteminin bir gereği olarak Türk Tarihi bölünme ve parçalanmaların örnekleri ile doludur. Yine bağlı olduğu hükümdarı adına fethettiği bölgelerde çok geçmeden saltanat sevdasıyla kendi hâkimiyetini kuran, beyliğini veya sultanlığını ilan edenlerin sayısı az değildir.
Barbaros ise Kanuni’den gelen bir davet üzerine İstanbul’a gelmiş ve Cezayir’de kendi kılıcı, gücü ve askeri ile kurduğu Sultanlığını Padişah’a;
“Sana layık nemiz vardır, kabul eyle fakirane” diyerek başı önünde mahcup bir tavırla sunmuştur.
İşte bu birliktelik Akdeniz’i Türk gölü yapacak yolu açacaktır. Kanuni de bu şanlı amirale devletinin muazzam armadasını teslim edecek ve çok büyük hürmet gösterecektir.
Özellikle günümüzdeki parçalanmış siyasetin mimarları keşke onu hakkıyla tanıyabilmiş olsalardı. Keşke TRT1 onu bu yönüyle genç beyinlere sunabilseydi. O Osmanlıya bağlandığı için bir dünya amirali oldu. Osmanlıya Preveze gibi muazzam bir zafer kazandırdı. Nice nice reisleri devletinin hizmetine sundu.
Cezayir Sultanı iken dahi İspanyollardan ve Avrupa amirali kabul edilen Andrea Doria’dan zerrece çekinmezdi. Sadece Rabbine sığınır ondan yardım dilerdi. Birlik ve beraberlikteki kazançları, ayrılıktaki felaketleri görmek isteyenler onun hayatını iyi bilmek zorundadır…
Bilhassa günümüzde yönünü Avrupa ve Amerika’ya çevirip ne diyecekler hatta ne emredecekler diye el-pençe divan duran diye “Altılı Masa” mensupları bu büyük amiralden ibret almayı bilebilselerdi.
Yavuz Sultan Selim, Barbaros’a gönderdiği bir namede, “Sen ki lalamsın, mücahidlerin reisisin”, diyerek övmüş ve bu ünlü deniz kurduna “Hayreddin” lakabını vermiştir.
Selim Han’ın namesini öpüp üç defa başına koyan Hızır Reis de Selim Han’ın kendisine ettiği duaları ve Hayreddin lakabını vermesi karşısında gözyaşlarına hâkim olamamıştı. O, Türk milletinin kalbine nakşedilecek şu ifadeleri âlimlere, abidlere, şeyhlere, reislerine ve leventlerinin huzurunda samimi bir şekilde tertemiz duygularla belirtmişti:
“Dünyada en büyük iksir dedikleri şey padişah duası ve teveccühüdür. İşte biz Osmanlının nazarına nail olduk. Allah katında ve halk yanında nam ü şân sahibi, payelerimiz yüce ve kılıcımız keskin olup arşa asıldı. Her kim Âl-i Osman’dan dua alırsa şüphesiz tuttuğu iş kolay gelir. Zira onlar bir ulu ocaktır. Kim onlara yan bakarsa onun başı aşağı olur.”
Barbaros Hayreddin Paşa bu övünç ve saadetin yanı sıra kibir ve gurura kapılmamak gerektiğini de sık sık belirtiyordu. Bütün bu nimetlerin Cenab-ı Hakkın lütf u ihsanı olduğunu bilerek;
“Ey âlemlerin Rabbi! Ben senin zayıf bir kulunum. Padişah kim? Ben günahkâr kulun kim? Lakin ben kulunu Sultan kullarının kalbine getiren sensin. Sen bütün meliklerin melikisin, hâlikısın ve râzıkısın. Senin fazl ü kereminle ben kuluna bu günler doğdu” diyerek dualar ederdi. Diğer taraftan da;
“Ben padişah nazarına uğradım. Hil’atin giydim. Kılıcın kuşandım. Sorgucun takındım diyerek iltifat divanesi olmadım. Evvelkinden daha ziyade hâk ile yeksan oldum” diyerek gurura ve kibre kapılmadan kulluk ve hizmete daha çok bel bağlamıştır.
İnşallah gençlerimiz bu şanlı amiralimizin hayatını en doğru bir şekilde anlar, yaşayışını kendilerine örnek edinirler.
TEFEKKÜR
Sürahi şikest olsa kadeh ortada durmaz
Ey sâki baş gitse ayak payidâr olmaz.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
13.01.2023
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/sultanin-fermani-636077
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"