Dağlık Karabağ şu günlerde bir kez daha kan ve ateş içerisinde. Azerbaycanlı kardeşlerimiz, 30 yıldır işgal altında bulunan bu kadim Türk yurdunu kurtarabilmek için büyük bir mücadele vermektedirler.
Türkiye, yıllardır Azerbaycanlılarla "tek millet iki devletiz" sözünün gereği olarak can kardeşlerimizin sonuna kadar yanında olacağını beyan etmiş olup bunun gereklerini yerine getirmektedir. Millet olarak da dualarımızdan eksik etmemeliyiz...
Tarihte Roma, Sasani ve Bizans hâkimiyetlerinde kalan Karabağ bölgesi Hazreti Ömer döneminde İslamiyet’le tanışmaya başladı.
Hazreti Ömer’in hilâfetinin son zamanlarında bölgeye başlayan İslâm akınları Hazreti Osman devrinde de ara vermeden devam etmişti. Selmân b. Rebîa ile Habîb b. Mesleme idaresindeki İslâm orduları bölgeyi tamamen ele geçirdiler (645). Hazreti Muâviye devrinde bölgede İslâm hâkimiyeti tam manasıyla sağlandı.
XI. yüzyılda Büyük Selçuklular bölgede kontrolü ele geçirdiler. Selçuklu hâkimiyeti ile birlikte Oğuzlar, 11. asrın ortalarında bu bölgeye gelmişlerdir. Otlak alanlarının zenginliği sebebiyle kısa sürede sayıları artmış ve giderek güçlü bir teşekkül hâline gelmişlerdir. Hatta bu Oğuz boyları doğu sınırını Kura Nehri'ne doğru uzatmaya çalışan Bizans İmparatorluğu'nun saldırılarını durdurmayı başarmışlardır.
Ardından Irak Selçukluları’nın eline geçen Karabağ ve civarı sırasıyla İldenizliler, İlhanlılar, Timurlu ve Akkoyunlular’ın idaresi altına girdikten sonra Safevîler’in eline geçti. Osmanlılar, XVI. yüzyılın ilk yarısından itibaren bölge ile ilgilenmeye başladılar. Özdemiroğlu Osman Paşa’nın bu bölgede destansı kahramanlıkları oldu. Safeviler 1590 antlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nin Yukarı Azerbaycan’daki hâkimiyetini tanımak zorunda kaldılar. 1593 tarihli Osmanlı kayıtlarında burası “Vilâyet-i Gence Karabağ” adıyla zikredilmiştir.
Safevîler 1603’te karşı saldırılar sonucunda bölgeyi yeniden ele geçirdiler. 1747 yılında Nadir Şah’ın ölümünden sonra Kafkasya ve Azerbaycan bölgesinde merkezî otorite zayıflamış ve bölge hanlıklara ayrılmıştı. Bu dönemde sadece Azerbaycan'da, yirmiye yakın hanlık ortaya çıkmıştı. Söz konusu hanlıklar arasında en etkilisi Türk aşiretlerinden Saraçlı boylarının idaresi altında olan Karabağ Hanlığı idi.
18. asrın ilk çeyreği biterken Karabağ için Rus tehlikesi başlamıştı. Çar I. Petro (Deli) döneminde Hazar sahillerine inen (1722) Ruslar, Şirvan Hanlığı üzerinden Kafkaslara kadar uzandılar. Bu gelişme karşısında Azerbaycan hanlıkları Osmanlı Devleti'nden yardım talebinde bulundular. Köprülü Abdullah Paşa komutasında bir kuvvet gönderilerek Güney Kafkasya bölgesi büyük ölçüde Osmanlı Devleti’ne bağlandı. Ancak Kırım’ın kaybından sonra (1774) Kafkasya bölgesindeki demografik yapı Ruslar lehine değişmeye başladı.
19. asrın başlarında bölge, bu defa İran-Rus çekişmelerine sahne oldu. Rusya-İran savaşı sırasında (1804) İran kuvvetlerinin işgalinden endişeye kapılan Karabağ Hanlığı, Rusya’dan yardım istedi. Mayıs 1805 tarihinde Gence’de yapılan Kürekçay Anlaşması ile Karabağ, Rus idaresine bağlanmayı kabul etti. Karabağ Hanlığı ilk Rus tahakküm ve himayesini kabul eden hanlıklardan biriydi. Bu dönemden itibaren bölgeye Ermeni unsurların yerleşmesi başladı.
Rusya’da 1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından Ermeniler’in Karabağ üzerindeki hak iddialarıyla birlikte çatışmalar da başladı. Ermeniler Türklere karşı büyük katliamlar gerçekleştirdiler. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı kuvvetleri, 25 Eylül 1918’de buralara hâkim oldu. Ancak 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’nin ardından bölgeyi İngilizlere terk ederek çekildiler.
Osmanlı birliklerinin çekilmesi ile birlikte, Karabağ’ın 1919’da Azerbaycan’a bağlı olduğu tescil olunmasına rağmen, Ermeniler tekrar Türklere karşı kanlı saldırılara ve katliamlara giriştiler. Bölgeyi işgal etmeye hazırlanan Bolşevik birlikleri de Ermenilere silah veriyor ve cesaretlendiriyordu. Bu yoğun saldırılar neticesinde Nahcıvan bölgesi Azerbaycan ana karasından ayrı düştü.
İngilizler Filistin’e benzer şekilde Karabağ’da da gereğini yapmışlardı. Onlar bölgeden çekilirken bu defa 1920 Mayıs'ında Rus işgali vuku buldu. Rusların Karabağ’ı işgal etmesiyle birlikte Karabağ meselesinin statüsü yeniden tartışılmaya açıldı. Devlet yetkilileri uzun süren tartışmaların ardından 30 Haziran 1921’de Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’nin kurulmasına karar verdiler. Azerbaycan’ın idaresi altında oluşturulan bu bölge 4200 km2 olup Cevanşir, Şuşa, Cebrail, Zengezur ve Kubatlı’nın bir kısmını kapsıyordu.
Kuşatmayı yarmak!
Böylece Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı olduğu bir kez daha tescillenmişti. Ancak Rusya’nın bu tarihten sonra atacağı adımlar hep Azerbaycan ve Karabağ’ın aleyhine olacak ve Karabağ’da bitmeyen çatışmaların yolunu açacaktır.
Nitekim Ruslar 1928-30 yılları arasında İran ve Anadolu’dan gelen 130 bin Ermeni’yi özellikle Karabağ bölgesine yerleştirmeye başladı. Bu sayede Karabağ’ın etnik bünyesinde Ermenilerin sayısı hızla artmaya başladı. Süreç içerisinde bu sayı bir milyonu aşmış bulunuyordu. Bunun Dağlık Karabağ için acı sonucu 1988’de görülecektir.
Sovyet Rusya’nın dağılmaya başladığı bu süreçte, Dağlık Karabağ’ın Ermeni çoğunluğundaki parlamentosu 20 Şubat 1988’de yüz on üyesinin oyu ile Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile birleşme kararı aldığını açıkladı. Azerbaycan bu karara şiddetle karşı çıktı. Kremlin, Dağlık Karabağ’ın bu kararını tanımadığını bildirdi. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılma ve çözülme süreci devam ediyordu.
Ermeniler bu puslu havadan bir kez daha istifadeye kalktılar. 1991 yılında Türklere karşı umumi saldırılarını tekrar başlattılar. Çok geçmeden bu saldırılar vahşet ve soykırım noktasına vardı. Bilhassa 25-26 Şubat’ta vuku bulan Hocalı katliamında yaşanan vahşetin boyutu hafızalarda derin izler bırakacaktı. Bu saldırılar sonunda Ermeniler, Dağlık Karabağ ve burasını çevreleyen pek çok bölgeyi bir anlamda Azerbaycan’ın yüzde yirmilik bölümünü işgal ettiler.
Rusların karşı çıkmasına BM’nin Ermenilerin işgal ettiği bu toprakları bırakması yolunda aldığı onca karara rağmen Ermenistan tek adım geri atmadı. 30 yıldır bir taraftan Dağlık Karabağ’da işgalini sürdürdü ve bir taraftan da kısmi saldırılarını devam ettirdi. Azerbaycanlı kardeşlerimiz bu dönemde de pek çok şehit verdi.
Nihayet Türkiye’nin Suriye ve Doğu Akdeniz’den kıskaca alınamadığı şu dönemde Ermenilerin aniden Azerbaycan’a saldırısı dikkati çekti.
Bu durum Karabağ’daki işgalini, masada bir türlü kazanamayan Ermenistan’ın Azerbaycan’a normal bir saldırısı değildir. Bu durum Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de hesapları tutmayan Fransa’nın, Rusya’nın ve hatta ABD’nin Türkiye’ye yeni ayar verme operasyonudur. Bunlar Kuzey Irak’taki silahlı taşeronlarını yardım maksadıyla Ermenistan’a sevk etmiştir. Bu faaliyet bir anlamda Türkiye’ye neredeyse direkt saldırıdır! Bunu göremeyenler gafletin çukuruna düşmüş değil Batı’nın kucağına oturmuş zavallı piyonlarıdır.
Öte yandan Ermenileri cesaretlendiren sadece Fransa ve Rusya’da değildir. Bu konuda başrol oyuncularından biri de İran’dır. İslam için bir nifak unsuru olan bu devlet, bir kez daha İslam dünyasına ihanetini tescillendirmiştir. Fakat bu kez yardım girişimi içeride ters tepmiş ve İran’daki millî ve duyarlı Türk halkı yardım araçlarını yakarak meş’um girişimi engellemeye başlamıştır.
Ermenistan ve onu tahrik edenler bir hususu daha gözden kaçırdılar.
Azerbaycan ve Türkiye 30 yıl önceki noktada değiller. Belki Türkiye’nin kararlılığını dört yıldır test etmişlerdi. Azerbaycan’dan bu hamleleri bekliyorlar mıydı? Hayır.
Belki şunu da düşünemediler. Türkiye artık hamlelere şaşırmıyor. Eli ayağına dolaşmıyor. Kimin ne yapacağını hangi adımları atacağını iyi biliyor. Ona göre sakin, vakur, güvenli, tedbirli ve cesur bir şekilde adımlarını bir dev gibi atıyor. Bastığı yeri yakıyor!..
Dolayısıyla çok geçmeden Ermenileri tahrik edenlerin "durun" diye bağıracakları günler yakındır. Azerbaycan işgal altındaki yerleri inşallah artık kurtarmalıdır.
Bize lazım olan devletimizin ve Azerbaycan Türkü kardeşlerimizin yanında bir ve beraber tek yürek olmaktır.
Cenab-ı Hakk, ordularımızı her daim mansur ve muzaffer eylesin! Düşmanlarımıza fırsat vermesin...
TEFEKKÜR
Yâr odur ki bun deminde yâr ola
Şadlıkta her kim ola yâr ola
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
02.10.2020
Türkiye Gazetesi
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"