Son günlerde Ayasofya Camii yine tartışmaların odağına düştü. Konu Kültür Bakanlığı’nın yabancıların Ayasofya Camii’ne girişlerini düzenlemesi ile alakalıydı. Birdenbire gelişen bir durumla gayrimüslimlerin caminin ana mekânına alınmayacağı, paralı olarak ancak üst galerilere girebilecekleri bildirildi. Neden üst galerilere alınacaktı ana mekânda bulunmalarının ne mahzuru vardı fazla sorgulanmadı. Yabancılara paralı olması ise belki baştan beri uygulanması gereken bir husustu…
Ancak 15 Ocak günü paralı tarifeye geçilmesi ile birlikte beklenmeyen bir durum ortaya çıktı. Vatandaşlarımız aynı parayı verseler de galerilere çıkarılmıyordu.
Bu konuyu ilk olarak Talha Uğurluel Bey gündeme taşıdı. Konu gerçekten de garipti ve hatta endişe vericiydi!..
Bir defa bu yeni düzenlemeler yapılırken sadece yabancıların nereleri nasıl gezecekleri mi konuşulmuştu? Türklerin galerilere girip giremeyecekleri, girerse kaça girecekleri hiç gündeme getirilmemiş miydi?
Kültür Bakanlığı’nda günlerdir planlanan bir hususta bunların gündeme gelmemiş olması ihtimal dışıdır. Zira bu işi planlayanların; “Peki galerilere vatandaşlarımız çıkmak istediklerinde ne yapacağız; almayacak mıyız; alırsak paralı mı parasız mı olacak; paralı olursa bilet fiyatı ne olacak?..” gibi hususları düşünmemesi imkânsızdı.
Öyleyse burada mutlaka bir kasıt vardı!.. İş zamana bırakılmıştı. Anladığım kadarıyla vatandaşlarımızın oraya girmesi istenmiyordu. Fakat tepkilerden de çekinildiği için, “bekle gör” politikası uygulamaya konulmuştu.
Aslında iyi düşünülürse bu çok tehlikeli bir girişimdi!.. Ciddi sakıncaları görülecekti. Tamamen yabancılara tahsis olunan bu mekânlar bir zaman sonra sadece onların inisiyatifine sunulmuş hatta onların hakkı imiş gibi algılanacaktı. Çok geçmeden de “aşağısı sizin, üstü bizim” sözleri ayyuka çıkacak ve bu durum Avrupalıların da tekrar Ayasofya’yı sahiplenmesine yol açacaktı.
Ziyaretçiler muhtemelen kısa bir süre içinde orada ayinlere dahi başlayacaklardı. Nitekim bazıları bu durum ortaya çıkar çıkmaz, “Osmanlılar da üst galerileri mescit olarak kullanmıyordu” diye zırvalamaya başladılar!..
Bunlar Osmanlının son dönemlerinde yabancıların üst galerileri gezdirilmesinden böyle bir anlam çıkarmakta idiler.
Zira üst katlarda namaz kılınmaması gibi bir durum hiçbir zaman vaki değildi… Fatih Ayasofya’nın cami olarak vakfiyesini tanzim etmişti. Bunun altı üstü mü olurdu?!.
2012 yılından bugüne tehlikeli benzerlik!
Aslında Kültür Bakanlığı eliyle gerçekleştirilmek istenen bu durum yeni değildi. Ayasofya bu hâle belki yirmi senedir getirilmek isteniyordu.
Nitekim Ayasofya’nın prangalarının kırılması, cami olarak yeniden hukukça tescillenmesi ve Sayın Cumhurbaşkanımızın bunu anında yürürlüğe koyması yerli ve yabancı bazı mihrakları oldukça rahatsız etmişti. Zira birileri uzun yıllardır Ayasofya’yı farklı bir maksatla hazırlıyordu. Ayasofya’yı “Dinlerarası Diyalog”un merkezi yapacaklardı. Bu çok önemli bir husustu.
İşte bu son gelişmeler bana bu yöndeki çabaları hatırlattı. Özellikle Prof. Dr. Mehmet Aydın’ın Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanı olarak “Dinlerarası Diyalog” projesini tam gaz yürüttüğü çalışmaları unutmamak gerekir.
FETÖ’nün organizatörlüğünde bütün dünyada hahamların, imamların, papazların bir arada ayinler düzenledikleri günlerdi. Bir taraftan da kilise, havra ve caminin iç içe bulunduğu ortak mabetlerin inşaları başlamıştı. Ayasofya da bu projelerden elbette ki nasibini alacaktı ve hatta başı olacaktı.
Nitekim bir dönem “Derin Tarih Dergisi” yayımlanmaya başlamasıyla birlikte bu konuyu gündeme taşıdı. Dergi henüz 3. Sayısında (Haziran 2012) “Ayasofya’yı rehinden kim kurtaracak?” kapak başlığı ile çıkmıştı.
Bu başlığa bakarak Ayasofya’yı yeniden eski hüviyetine kim kavuşturacak diyerek o günün Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan beyi göreve çağırdıklarını zannetmeyiniz. Zira Derin Tarih Dergisi’nin yazarları “derin tahlillerin” içinde idiler.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, o sayıda “Ayasofya Neden Tekrar Cami Yapılmalıdır?” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Başlığa bakarak Ayasofya’nın vakfiyesine uygun hareket edilmesini istediğini zannetmeyiniz! Çözüm önerisi olarak sunduğu husus, “Dinlerarası Diyalog”a kapı aralamaktan başka bir şey değildi. Şöyle ki; “Bana kalırsa en güzel çözüm, Avrupalı bir siyasetçinin dilinden gelen çözümdür” diyen Akgündüz bu siyasetçinin teklifini şöyle belirtmişti:
“Bence ana mekân cami olarak ibadete açılmalı; galeriler ise Hıristiyan âlemi ve bütün dünyaya açık hâlde kalmalı. Böylece her iki din mensupları Ayasofya’yı sever.” Bu öneriyi benimseyen Akgündüz sözlerinin devamında; “Eğer bu manada hareket edilirse, bazı Hıristiyan hükûmetler memnun kalacaklardır…” diyordu…
Ahmet Akgündüz’ün sunduğu çözüm, “büyük düğüm”ün belki de ilk adımıydı. Ayasofya’da kilise ayinlerinin başlamasının da başlangıcı olacaktı. Aynı tarihlerde camilerin de sıralarla doldurulduğunu düşünürseniz Ayasofya ana mekânının kısa sürede kiliseye benzetileceğini anlarsınız…
Nitekim aynı sayıda Mustafa Armağan, dönemin Ayasofya Müzesi Başkanı Prof. Dr. Haluk Dursun’la yaptığı söyleşide, kendisine “Ayasofya hem cami hem müze olabilir m?” diye sormuştu. Haluk Dursun ise bu suale, daha da ileri bir adımı atarak cevap vermişti:
“Ben bir adım ötesini söylüyorum. Şöyle bir tez de var: Ayasofya, Kadir Gecesi’nde Müslümanlar için, Christmas’ta ise Hıristiyanlar için açılabilir. Müze hüviyetine herhangi bir zarar gelmez. Müze olarak devam eder. Birer gece seçilir, o gün dediğim şekilde hem İsa, hem de Musa özelliği vurgulanır…”
Haluk Dursun’un derin bir hezeyanını gösteren bu ifadelerini Mustafa Armağan ise bilgi ve bilgelik dolu ifadeler(!) olarak sunacaktı.
Yine Derin Tarih’in aynı sayısında bir dönem sağ gazetelerde baş tacı olan Etyen Mahçupyan da; “Bence Ayasofya dört ay müze, dört ay cami, dört ay da kilise olarak kullanılsın” diyerek tartışmaya katılmıştı.
Görülüyor ki, 2012 yılında aydınlarımız Ayasofya konusunda iyice evrilmişti. Akgündüz, Armağan, Mahçupyan ve Dursun’un başlattığı tartışmalar Fatih Sultan Mehmed Han’ın kemiklerini sızlatıyordu!..
Hemen hepsi neredeyse aynı noktaya vurgu yapıyorlardı. Bu nokta “Dinlerarası Diyalog”un Ayasofya’da başlatılmasından başka bir şey değildi.
Ayasofya’da ‘Dinlerarası Diyalog’un ayak sesleri!
15 Temmuz işgal girişiminin akamete uğramasıyla bu meş’um niyetler rafa kalktı. Akabinde önce Danıştay 10. Dairesi yerinde bir kararla Ayasofya’yı aslına rücu ettirdi. Ayasofya’nın kıyamete kadar değişmemesi gereken cami hâlini bir kez daha tescilledi. Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu o anda onaylayarak yürürlüğü koydu. Böylece Ayasofya Camii zincirlerinden kurtularak tekrar Vakıflara ve Diyanet’e geçmiş oldu.
Ancak 2024 yılının girişi ile birlikte Ayasofya Camii ile ilgili Kültür Bakanlığı’nın aldığı bu ani kararlar gerçekten düşündürücüdür!
Uygulama ve kullanış amacı noktasında Kültür Bakanlığı’nın Ayasofya’da ne işi vardır? Kültür Bakanlığı, Ayasofya Camii’nin her gün bir köşesini istediği gibi kullanma hürriyeti mi bulunmaktadır? 1934 yılında Maarif Vekaleti’nin oynamakta olduğu rolü maalesef günümüzde de Kültür Bakanlığı uygulamaya başlamıştır.
Kültür Bakanlığı acilen şu sorulara da cevap vermelidir:
-Galerilere herkes para ile girecekse orası sessizce müze hüviyetine geçmiş olmuyor mu?
-Oraya Müslümanlar girdiği hâlde namaz kılamıyorsa Ayasofya’nın cami hüviyetine halel gelmiyor mu?
-Bu fiyatlarla, neredeyse %99’u sadece Hıristiyanların gireceği bir alan yarınlarda ne kabul edilecektir?
-Yarın küçük çaplı ayinler başladığında tavrınız ne olacaktır?
-Siz bugün Ayasofya’yı bu hâle getirirseniz yarın başkaları onlara ayin ruhsatını verdiğinde veya başka bölümlerini başka maksatlarla kullandığında ne diyeceksiniz?
Sonuç olarak Ayasofya’nın bir bölümü daimî olarak veya belli zamanlarda başka din mensuplarına tahsis edilirse Ayasofya Camii’nin vakıf şartları bir kez daha bozulmuş olur. ‘Dinlerarası Diyalog’a yol bulur… Fatih Sultan Mehmed Han’ın kemikleri sızlar. Bedduası, bunu yapanların üzerine olur…
Kültür Bakanı’na Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfiyesi ile Danıştay 10. Dairesi’nin kararını bir kez daha okumasını tavsiye ederim…
Hatta Danıştay 10. Dairesi’nin Ayasofya Camii ile almış olduğu kararın sonuç kısmı gümüş bir levha üzerine altın yaldızlı yazılarak caminin girişine konulmalıdır.
Sayın Cumhurbaşkanımızdan beklentimiz, bu tehlikeli gidişatı bir an önce durdurması ve Kültür Bakanlığı’nın camiler üzerindeki tasarruf hakkını tamamen kaldırmasıdır… Mazbut vakıfların vakfiyelerine uygun olarak kullanımını Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet hem yürütür hem de teftiş eder. Vakıfların maksadı dışına dönüştürülmesi hiç kimsenin tekelinde değildir. Diyanet İşleri Başkanı’nın bu konuda girişimde bulunmaması ve müdahale etmemesi de hayret vericidir!
Yabancılardan alırsın parasını, namaz saatleri dışında yine ana mekânda mabedi gezerler. Nitekim aynı durum; Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet Camii’nde para almadan uygulanmaktadır.
Ayasofya’nın galeriler kısmı da yine vakfiyesine uygun olarak ibadet alanı hâline getirilmelidir. Kadınlara özel ibadet bölümü olarak da tahsis olunabilir.
TEFEKKÜR
Bâtıl hemişe bâtıl ü bî-hûdedir velî
Müşkil budur ki sûret-i haktan zuhûr ede
Nef’î
(Batıl her zaman batıl ve kötüdür amma
Müşkül olan doğru kılığında ortaya çıkmasındadır)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
26.01.2024
Türkiye Gazetesi
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"