Ramazan-ı şerif bayramımız mübarek olsun. On bir ay hasretini çektiğimiz ramazan ayı sessizce geldi ve geçen yıl olduğu gibi bu sene de sessizce aramızda bulunup gitti...
Heyecanla gerçekleştirdiğimiz çadır iftarları, sokak iftarları, teravihler, neşeli sohbet toplantıları Ramazan dünyamızda bu sene de görülmedi. Bayram kutlamaları da aynı mahzunluk içerisinde devam ediyor.
Ancak İslam dünyasında bu mahzunluğu da unutturacak gelişmeler yaşanıyor.
Artık adı terör devleti ile özdeşleşen İsrail, yeni bir kurgu ile Filistinli kardeşlerimize ve duyarlı bütün müminlere Ramazan-ı şerifi ve bayramı zehir etti.
Hadiselerin temeli tamamen İsrail provokasyonuna dayanıyordu. İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgal ettiği 1967 yılındaki "Altı Gün Savaşı"nın yıl dönümünü Kudüs Günü olarak kutlanıyordu.
Bu defa ramazan ayına denk gelen (9-10 Mayıs) Kudüs Günü'nde yüzlerce Yahudi ellerinde bayraklarla Müslümanları taciz ediyor ve mukaddes makamlarına girmek için yürüyüş yapıyorlardı.
Filistinli Müslümanlar ise Mescid-i Aksa çevresinde barikatlar oluşturarak onların bu faaliyetlerini önlemeye çalışıyordu.
Filistinli Müslümanların bu yerinde müdahalesi İsraillileri çıldırtmaya yetmişti.
Önce sosyal medyada Filistinlilerin Yahudilere saldırdığını gösteren yalan haberler yaydılar. Böylece karışıklıkların patlak vermesine yol açtılar.
Nihayet pazartesi günü Filistinlilerin kendilerine taş atmaları bahanesiyle Mescid-i Aksa’ya hoyratça girerek camideki Müslümanlara akıl almaz insanlık dışı muamelelerde bulundu.
Böylece bir kez daha Filistinli Müslümanlar, İsraillilerin kan ve gözyaşı felaketine maruz kaldılar.
Mescid-i Aksa Vakfı Müdürü Şeyh Ömer El-Kisvani, Mescid-i şerifi basıp ses bombaları atan, namaz kılan Müslümanları tekme tokat döven Yahudilerin saldırısı altında, canhıraş bir şekilde İslâm dünyasından yardım istiyor ve şöyle sesleniyordu:
“Nerede şeref ve haysiyetiniz?!. Aahh ah, şeref ve haysiyet… Bu sorunun gerçek cevabı, ancak geçen yüz küsur sene içinde cereyan eden hadiselere bakılarak bulunabilir. Zira başka türlü, Siyonist Yahudileri bu derece küstahlaştıran tarihî-siyasi gelişmeler, asla tam ve doğru biçimde anlaşılamaz. İnkâr edilemez gerçek şudur: Filistin ve Kudüs’te bugün yaşanan bütün facialar, 1890’lardan bu yana; kurulan sinsi tezgâhta ince ince işlenen, plan ve projelerin müşahhas neticesidir. Yakıcı gerçeklerin özeti tek cümledir; Müslümanların cenahında gaflet, dalalet ve ihanet zincirinin halkaları çoğaldıkça, Siyonistlerin işi büsbütün kolaylaşıyor ve istedikleri her şeyi elde ediyorlar… Bütün dünyanın gözü önünde bu kadar zulüm, baskı ve haksızlık fütursuzca ika edilirken, doğru dürüst bir tepkinin bile yükselmemesi bazılarına şaşırtıcı gelebilir, ama şaşıracak bir şey yok! Çünkü oyunun kuralları sağlam şekilde konulmuş… Başından beri her şeyi hesaplı kitaplı yapıyorlar. Gelgelelim, bu sinsiliğin farkına varması gerekenler, bir türlü gaflet uykusundan uyanamıyor. Gaflet ve ihanet derinleştikçe, Siyonistler de o derece rahatlıkla at oynatıyorlar...”
Perişanlığın sırrı
Ömer el-Kisvani’nin feryadına çok iyi kulak vermek lazım. Zira tarihî bir hakikati bütün çıplaklığı ile haykırıyor! Fakat duyamıyoruz. Göremiyoruz. Bu kadar çarpıcı anlatılan bir mevzuyu idrak edemiyoruz.
Neden? İşte konuşmasındaki can alıcı iki hükümden birincisi. Kisvani, dokuz milyon İsrailli karşısında bir buçuk milyarlık İslam âleminin düştüğü perişanlığın sırrını şöyle gösteriyor:
“Bu sorunun geçek cevabı: Geçen yüz küsur sene içinde cereyan eden hadiseleri doğru okumakla bulunabilir.”
Evet, yanlış yoldan gitmekle hedefe varılmıyor. Hadiseleri doğru okuyabilmek için tarihi doğru okumak gerekiyor. Sahte kahramanları tanımak gerekiyor. İngilizlerin içimize soktuğu din simsarlarını bilmek gerekiyor.
Osmanlıyı yıkmakta İngilizlerle iş birliği yapan, dinde reform bahanesiyle dinimizi bozan Efgani, Abduh ve bunların yardakçılarının peşinden gittikçe İslam’da hakiki birliği sağlamanız mümkün değildir. Bakınız bizim ülkemiz de dâhil bütün İslam ülkesi denilen yerlerde bunların fikirleri parlak nutuklarla yaldızlı övgülerle gençlere anlatılmaktadır.
Peki yüzyıldır verilen bu dinî eğitime rağmen neden bir birlik sağlanamamakta ve hatta husumetler derinleşmektedir? Nasıl oluyor bu düşündünüz mü?
İlahiyatlardaki hocalarımız düşünce adamlarımız önce bu sorunun cevabını bulmalıdır.
Efgani, Abduh ve bunları öven adamlarla İslam birliğini kurmak ham hayaldir. Zira 622 yıllık yüce çınar Osmanlı devletini, İngilizler bunlar eliyle paramparça etti. (Bu konuda Mızraklı Hakikat kitabımın mutlaka okunmasını tavsiye ederim.)
İngilizler 1840 yılında Kudüs’te bir elçilik kurduğunda azılı İslam düşmanı İngiltere Hariciye Nazırı Lord Palmerston, “Britanya İmparatorluğunun yüksek çıkarlarını korumak üzere” burada bir Avrupalı Yahudi yerleşim kolonisi kurma fikrini ortaya atmıştı.
Adım adım bu planlarını tatbik ettiler. Evet “Arz-ı mevud” bir İsrail hedefidir. Fakat onun bu yoldaki en büyük destekçisi de İngilizlerdir.
2016 yılı 15 Temmuz’undaki işgal girişimi başarılı olsa İsrail orduları şu anda Fırat’a ulaşmış bulunacaklardı.
Türk milleti belki bilerek belki farkına varmadan bunu önledi.
Sonrasında kuzey Suriye’den bir koridor açmanın planlarını yaptılar. Türk ordusu Barış Pınarı, Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekâtları ile bu teşebbüsü de akamete uğrattı...
Bu ihanet tövbe ile yıkanmaz!
Şimdi ise Gazze’den başlayacak yeni bir hat devreye sokuluyor. Bu yolun mayınları on yıldır temizleniyor. Golan, Suveyda, Tenef, Deyr-i zor yoluyla Haseke’ye çıkmak. Bu hattaki Ehl-i sünnet Araplar mecburi göçe hem de imha edilerek zorlanıyor.
Ermeni tehcirinden soykırım çıkarmak için tarihî gerçekleri paramparça edenler on yıldır bu bölgede sürdürülen soykırıma gözlerini kapatmış vaziyetteler. Avrupa, ABD ve Rusya bu noktada İsrail’e sınırsız desteklerini sunmaktalar.
Yakın bir gelecekte bu bölge korkunç bir ateşin içerisine düşebilir.
İsrail’in son yüzyıldır olağanüstü çalışmalar yaptığı bu projesinin en büyük mânisi Türkiye’dir.
İsrail’in başarısı ise Türkiye’nin mahvolması manasına gelmektedir.
Bu itibarla Türkiye 2016 yılından beri tarihî kodlarına dönerek gerçekleştirdiği hamlelerle İsrail’in büyük projesini baltalamaktadır.
Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan işte bunun için tam hedeftedir.
Sultan II. Abdülhamid Han, Siyonistlerin Filistin’e yerleşmesinde birinci engeldi. Maalesef içeriden yıkarak işini bitirdiler ve ilk hedeflerine vardılar. Yüzyıl sonra bu defa Arz-ı mevud’un önünde Erdoğan var.
Dışarıda dev gibi adımlar atılarak başarılar elde edilirken içeride Sayın Erdoğan karşıtlığı alabildiğince hız kazandırılmaktadır.
Bu dönemde mevki, makam, para, şan, şöhret peşinde koşarak birliği bütünlüğü bozacak hareketlere girişenlerin alınlarına, tarih, yarınlarda ihanetin baş mimarları damgasını vuracaktır.
İşte bu noktada Ömer el-Kisvani’nin ikinci hükmüne kulak verelim. Şöyle ki: “Müslümanların cenahında gaflet, dalalet ve ihanet zincirinin halkaları çoğaldıkça, Siyonistlerin işi büsbütün kolaylaşıyor ve istedikleri her şeyi elde ediyorlar…”
Öyleyse attığımız adımların kimin işini kolaylaştırdığına ve kime hizmet ettiğimize dikkat edelim…
Bilelim ki bu gafletin bu dalaletin ve bu ihanetin pişmanlığı, dünyada asla tövbe ile geçmez!
TEFEKKÜR
Rağbet eder mi âşık olanlar bu haneye
Sayd olma dâma ey gönül aldanma dâneye
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
14.05.2021
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/618912.aspx
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"