86 yıllık esarete ve zulme son veren ve hem Danıştay’ın hem tüm yargı camiasının hem de milletimizin medar-ı iftiharı olan Danıştay 10. Daire Başkanı Yılmaz Akçil Bey ile daire üyeleri, “Ayasofya Cami-i Kebiri” hakkında verdikleri son kararla Türk hukuk tarihine isimlerini yazdırdılar. Aslında bu karar ile Danıştay 10. Dairesinin sayın Başkan ve üyeleri isimlerini altın harflerle İslam hukuk tarihine de yazdırmış oldular desek yeridir.
Mahkemelerimizdeki her kararın başlığına yazılması usuli bir zorunluluk olan “Türk milleti adına” karar vermek tam manasıyla işte bu olsa gerektir. Bu karar, göstermektedir ki, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Adalet Bakanımız, adaletin tecellisinde daha aktif olabilmektedirler. Ülkemizde hâlen gerçek hukukçuların var olduğu anlaşılmaktadır... Tasfiyesi hâlen devam eden FETÖ’den boşalan bazı mühim kadroların "FETÖ’den hiç de farkı olmayan başka illegal yapıların eline geçti" diye endişe eden milletimizin gönlüne serin bir su serpilmiştir...
Bakınız, "Haşhaşiler" veya diğer menfaat odakları yargı makamlarından uzaklaştırıldıkça neler oluyor. Şerefli Türk Hâkimleri yeni yeni destanlar yazıyor. Fatih Sultan Mehmed’in ruhaniyeti tecelli ediyor. Ahmed Cevdet Paşaların üzerindeki sis perdesi kalkıyor.
İşte bunun içindir ki bu ülkede adaletin tecellisi tam olarak tesis edilmelidir. Dünyada yeniden Türk hâkimiyeti tesis edilecektir. Devlet Bahçeli’nin desteği de unutulmamalıdır. “Ayasofya’dan çan sesi değil ezan sesi dinlenilmelidir” sözü Ayasofya’nın önüne konulacak kitabeye yazılmalıdır. Bu kitabeye Türk milleti adına karar vermiş olan şerefli Türk hâkimlerinin isimleri de yazılmalıdır...
Her ne kadar "Ayasofya’da çan mı çalınıyordu?" diye sızlananları dikkate almayınız. Şu son süreçte dahi bir gün de Hıristiyanlar ibadet etsin diyenler çan özleminde olanlardır, unutmayınız!
Danıştay 10. Daire Başkanı ve üyelerinin verdikleri karar kadar yazdıkları gerekçe de şaheserdir. Mutlaka herkesin okumasını dilerim. Bu kararla dünya hukuk literatürüne giren bu hâkimlerimiz gibi değerli hukukçuların yetişmesi ve var olan kıymetli hukukçuların işbaşına gelmesi artık elzemdir.
Bu yeni dönemde HSK daha ehil ve liyakat sahibi adil üyelerden oluşturulmalıdır. Yargı mensupları liyakat esasına göre işbaşına getirilmeli, bilhassa kritik yargı makamları Allah’tan başka kimseden korkmayan, siyasi ve ideolojik baskılara boyun eğmeyecek gerçek hukukçulara tevdi edilmelidir. Yargı makamları avukatların etkisinde ve gölgesinde tayin ve terfi yapan bu yapıdan kurtarılmalıdır.
FETÖ soruşturmaları “borsacı”lardan arındırılmalıdır. Gerçekten mağdur olanlar ivedi şekilde ayıklanmalı hemen hakları iade edilmeli, varsa yanlış bir uygulama buna son verilmelidir. Bununla birlikte teröristler ve suçlular da en az bu hızda hak ettikleri cezaya çarptırılıp toplum vicdanı rahatlatılmalıdır. Gerçek suçlular cezalandırılıp, borsacıların istismarı engellenmelidir...
28 Şubat dönemi mağdurları da cezaevlerinden kurtarılmalıdır. Hukuk sistemimiz millîleştirilmelidir. Mecelle gibi tarihî hukuk kaynaklarımız modern literatüre kazandırılmalı, Mecelle’nin ilk yüz maddesi hukuk fakültelerinde temel ders olarak okutulmalıdır. Adalet Ustaları yetiştirilmelidir. At izini it izine karıştırmayan hâkimler önemli mevkilere getirilmelidir.
Yeni HSK cesur, liyakat sahibi, adil hukukçulardan oluşturulmalıdır. Davalara rastgele özel hâkimler atanmamalıdır. "Dediğimizi yapar mı yapmaz mı?", bir kriter olmaktan çıkarılmalı, liyakat ve tarafsızlık ön plana çıkarılmalıdır.
Artık millî hukuk nizamına geçme vaktidir. Bu milletin evlatlarına Justinyanus yerine Ebussuud Efendiler, Ahmed Cevdet’ler ve Yılmaz Akçiller’in verdikleri kararlar okutulmalı, Onlar örnek gösterilmelidir. Türk nizamı yeniden âlemde yerini alıyor. Korkmayın! Türkler adalet dağıtmaya geliyor...
Evet tarihini iyi okursanız ve bilirseniz Türk milletinin devletleri her zaman adil idaresi ile anılmıştır. Hükümdarları adaletleri ile nam salmışlardır. Hüküm doğru dahi olsa geciken adaleti zulüm saymışlardır...
Bugün de adaleti tecelli ettiren bu kararı verenlere, kararnameyi imzalayan Reis'imize ve ona destek olan Devlet Bahçeli Bey’e ve dahi bu karara sevinen âlem-i İslam’a selam olsun…
Ayasofya Cami-i Kebiri’ni cami vasfından müzeye çevirenleri millet unutmadığı gibi, yeniden cami yapanları da asla unutmayacak, ikinci kez cami yapanları da aynen ilk kez cami yapan Fatih Sultan Mehmed Han’ı hayırla yâd ettiği gibi yâd edecektir.
Gaflete düşmeyelim!
Öte yandan bir haftadır TV’lerde, iki asırdır alışılmış korkuların esaretinden kurtulamayan gözleri ve gönülleri hâlâ Batı'da olan mankurtlaşmış aydınların ifadelerini dinledik. Ayasofya’daki Hristiyan figürlerinin derdinden tutun da "Batı bu duruma ne diyecek acaba?!." noktasına varan, Yunanistan’da olmayan camilerin akıbetinden başlayıp "Mescid-i Aksa’yı artık savunamayız!" tarzına ulaşan akıl, idrak ve gerçek dışı hezeyanları dinleyip durduk.
Görülüyor ki bizdeki aydınlar, “Ayasofya, Türkiye’nin iç meselesidir biz karışamayız” düşüncesindeki Rus görüşünden fersah fersah geridedir.
Bir dönem Türkiye’yi ziyaretinde “Türkiye’de ne kadar komünist varmış” diyen Mihail Gorbaçov’u hatırlattılar.
Hristiyan âleminin endişelenmesine gerek yok. İçimizdeki monşerler fazlasıyla yetiyor.
Dolayısıyla Türk’ün coşkusuna ortak olacak söylemler o kadar azdı ki…
Diğer taraftan Sayın Cumhurbaşkanımızın Ayasofya’yı tekrar ibadete açan imza akşamındaki tarihî konuşması bir kez daha milletimizi ağlattı. Evet, Türkiye bağımsız hareketin en dev adımını geçtiğimiz hafta atmıştır.
Bunu devam ettirmek ise gelecek kuşakların, nesillerin boynunadır.
Fakat bu noktayı düşündüğümüzde tebessümümüz dudaklarımızda donup kalmaktadır.
CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi gibi meş’um sözleşmelerin AK Parti içerisinde sinsi metotlarla savunuluyor olması ürkütücüdür.
Bakınız tek parti hükûmeti döneminde yıllarca camiler ahır, halkevi ve müze yapıldı. Değerleri ayaklar altında çiğnendi. Fakat o dönemde halkın sarsılmaz bir imanı vardı. Her açılımda CHP’ye unutamayacağı şamarlar indirdi. "Ben Müslümanım tarihime ve değerlerime bağlıyım" mesajını verdi. Hiçbir darbede yılmadı. İşte bu, sağlam Türk aile yapısının gücü idi. Hedefte ailenin olmasının ehemmiyetini kavrayınız!
Unutmayalım! İstiklalimizi korumak ve devam ettirmenin en önemli yolu kültürümüzü, ananemizi, bizi biz yapan değerleri ve dinimizi yaşamaktan ve aile yapımızı güçlendirmekten geçer.
Artık bu noktada atılacak adımlar elzem hâle gelmiştir.
Zira siz bir mevziyi elde ederken düşman da durmamakta ve diğer mevzilerden saldırmaya devam etmektedir.
Öyleyse her zaman uyanık olalım ve gaflete düşmeyelim.
Unutmayalım ki, mülkte zelzele gaflettendir!..
TEFEKKÜR
Adaletle bulan halk içre şöhret
Unutulmaz ilâ yevm-i kıyamet
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
17.07.2020
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/614460.aspx
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"