Ziya değil ziyan verdi!

Ziya değil ziyan verdi!

Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bir Ziya Selçuk geçti.

Dönemini sizlerle eğitimin önem ve ehemmiyetini de ele alarak kısaca değerlendirmek istiyorum.

Öncelikle şunu ifade edeyim ki, dünyaya her türlü güzel ahlakın numunelerini göstermiş olan bir milletin, son yetmiş yıldır eğitim alanında gösterdiği acziyet üzüntü vericidir.

İsterseniz önce ünlü bilim adamımız Oktay Sinanoğlu Bey’in şu çarpıcı ifadelerine kulak verelim:

“Kültür Hakkâri’de bale gösterisi yapmak değildir. Kültür arada bir konsere gidip hava atmak değildir. Çağdaşlık Moda’nın ara sokaklarında köpek gezdirmek değildir. Bizde böyle sahte çağdaş, sahte aydın sınıfı yetiştirilmiştir. Her sömürgede böyle sahte çağdaş aydın sınıfı yetiştirilmiştir. Ve bunlar kendi kültüründen kopuk, kendi milletinden, halkından aslında tiksinen, kendi kültürüne yabancı ama arada halkçılık edebiyatı yapan tiplerdir. Türkiye’nin başına da bunlar bela edilmiştir.

En korkunç sömürgeleşme, zihinlerin ve gönüllerin köleleşmesidir. Çünkü sen bir milletin madenlerini alıp götürürsün, ürünlerini alıp götürürsün, fabrikalarını alıp götürürsün. Ama senin ruhun, senin gönlün, senin vatan sevgin, tarih bilincin, dilin, kökün, kimliğin ayakta kalırsa bunları yeniden yerine koyarsın! Ya bunlar giderse?’’

Merhum Oktay Sinanoğlu bir asırdır eğitimimizin İngiliz muhiplerinin eliyle tanzim edildiğini çok iyi biliyor ve milleti bu büyük tehdit karşısında biteviye ikaz ediyordu. O aynı zamanda, İngilizlerin bu yöntemi dünyada en başarılı uyguladıkları yer olarak Türkiye’yi gösteriyordu.

Gerçekten de Türkiye’nin son bir asırdır Milli Eğitim politikalarını takip edenler bunu görecektir. Adına Milli de, fakat milletine küfret! Üç bin yıllık Türk tarihinin izlerini yok et! Türk medeniyetinden nefret et! Batılıların modasıyla hayatına yön ver! Onların fuhuşlarla dolu karanlık mitolojisini talebelere ezberlet! Gençlere cet olarak Etileri, Libyalıları, Akatları, Sümerleri ve Hititleri tanıt!

Atilla İlhan zamanında ‘’Bir hain nasıl yetiştirilir?’’ diye bir yazı kaleme almıştı. Ünlü bir romancımızı anlattığı yazısında, Amerika’nın Türkiye’ye beyniyle, aklıyla zekâsıyla faydası olabilecek insanları nasıl monşerleştirdiğinden söz ediyordu. Birçok alanda eğitimden geçen Türk halkının itibar ettiği profesörlerin önemli bir kısmı, artık birer misyoner gibi yetişmiş ve müsteşrik olmuştu.

Bunun neticesini anlamak için çok geriye gitmeye lüzum yoktur. 4 Ocak 2021’de başlayan ve hâlâ da devam etmekte olan Boğaziçi hadiseleri, Türk İslam tarihi için ibretlik bir numunedir.

Buna dur diyecek bir irade çıkmayacak mı? Türkiye askeri alanda gösterdiği muazzam başarıları eğitim noktasında neden atamamaktadır? Sadece şu son iki yıllık döneme bir bakalım!

Milletimiz Başkanlık sistemi ile birlikte Milli Eğitim Bakanlığına gelen Ziya Selçuk’tan çok şey bekledi, ümitlendi.

Peki giderken ne düşündü, üzülen oldu mu?

Ben bol bol tweet atmasının ötesinde icraatları bakımından düşündüğümde şunları gördüm.

Sayın Bakan, önce tarih derslerini seçmeli yaptığı iddiaları ile basına yansıdı. Yalanladılar ise de kendisinin sunduğu proje bu iddiayı doğruluyordu. MEB eliyle tarih derslerini yok etmek bir milleti tarihe gömmek ile birdir. Tepkiler belki uygulamayı yavaşlatmış olabilir fakat gelinen noktayı incelediğimizde durum çok vahimdir. Zira değer vermezseniz, değersizleştirirsiniz. Gençlerime bilinç, şuur ve idrak kazandıracak en mühim ders rafa kaldırılmıştı.

Bugün tarih dersleri üzerinde ciddi değerlendirmeler yapmamız gerekiyor. Dün üniversitelerin tarih bölümlerine ilk 20 bindeki gençler girerken bugün 800 bininci giriyor. YÖK’ün çok düşünmesi gereken bir husustur bu.

Ziya Selçuk'un ikinci önemli adımı bir “cinsiyetsizler topluluğu” yetiştirmeye çalışmasıydı. ETCEP uygulaması ile bunu hedeflemişti. 29 Aralık 2018 tarihli Akşam gazetesine gururla yaptığı beyanatta, “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Etkinlik Kitabı hazırlandı. Kitap kapsamında 9. ve 10. sınıf seviyesinde derslerde ünitelere uygun, etkinlikler yaptık,” demişti.

Sayın Bakan LGBTİ’nin amansız bir neferi miydi? Zira 6 Haziran 2020’de çocuklar için tasarlanan maske çeşitlerini yine sosyal medya hesabından paylaşmıştı. Maskelerden birisi LGBT bayrağı ihtiva ediyordu. Gökkuşağı çizdirip evlerin camına astıran bir bakandan ne beklenebilirdi ki?

Lakin toplumun yerinde duyarlılığı kendisine çok arzuladığı bu projesini de hayata geçirmesine imkân tanımadı. Fakat o, bunun yerine daha sinsi bir faaliyeti başlattı. Okullardaki bazı faaliyetleri Rotary Kulübüne ihale ederek gençlerimizi onlara teslim etti.

Ziya Selçuk’un üçüncü önemli icraatı gençleri putperest davranışlara özendirmesiydi. 10 Kasım uygulamaları bunun en açık göstergesi idi. İş sosyal medyaya ve basına yansıyınca katılmadığını belirtip güya bazı müdürler hakkında soruşturma başlattı.

Bir bakanın, dersler ve kültürel faaliyetler için öğretmenlere örnek uygulamalar sunduğu EBA’yı tanımaması nasıl bir garabetti. Evet, Milli Eğitim bakanlığının EBA sistemi putperestçe davranışları imrendirecek mahiyette uygulama videolarıyla doluydu.

Bunlar ortaya çıkınca MEB tarafından EBA’daki prova yok edildi. Öğrencilere secde ettirdiği için MEB tarafından kınanan müdür ve öğretmenler ise hemen vazifesine iade edildi.

Sayın Bakan gençlerimizi nereden vuracağını iyi biliyordu. Tarih dersinin dışında ikinci darbeyi edebiyata vuracaktı. Tasavvuf edebiyatı diyerek seçmeli bir ders uydurup güzel ahlakın membaı tasavvufu edebiyat derslerinden temizleyecekti. Ziya Selçuk’un hedefi galiba adaşı olan Ziya Gökalp’in izinden gitmekti. Programa İslam Felsefesi dersini de ekleyen Ziya Selçuk eğer görevde kalabilseydi, edebiyatın içini boşalttıktan sonra Coğrafya gibi temel dersleri de kaldırarak küresel değerlere tapınan nesiller meydana getirme hülyasını gerçekleştirecekti.

Bütün bu uygulamalar ile mi 2023 Eğitim Vizyonu yakalanacaktı?

İstediklerini yaptıramayan Ziya Selçuk, Cumhurbaşkanına “istifa ederim ha” haletiruhiyesi ile blöf çekti. Fakat blöfü tutmadı. Bir hafta bekledi. Beklentileri karşılanmayınca da mecburen ayrılmak durumunda kaldı.

On yıllardır devam eden ve Ziya Selçuk’un da hız kazandırdığı bu eğitim sistemi devam edecekse netice hüsrandır. Kutadgu Bilig’de  “Ülke kılıçla alınır, kalem ile tutulur” vecizesi çok çarpıcıdır. İdarecilere en büyük düstur olmalıdır.

Bu prensip ters-yüz edildiğinde yarım asırdır söylenilen “altın nesil” şaşaasının nasıl mankurt nesle dönüştüğünü asla kavrayamazsınız. 15 Temmuz gecesi Siyonistlerin Türkiye’yi yok etme projesine kadeh kaldıran bir belediye başkanının veya başkanlarının onlarcasının türemeyeceğinden kim emin olabilir, söyler misiniz?

Sayın Cumhurbaşkanımız eğitim yılının açılışında bu sene olduğu gibi üç sene evvel de çok önemli açıklamalarda bulunmuştu. Bir taraftan okullaşmada ve eğitim müesseselerinde teknolojik açıdan çok önemli yatırımlar gerçekleştirildiğini belirtirken, diğer taraftan da devrim sırasının eğitimin müfredatına geldiğini ifade ederek şöyle demişti:

“Tarihini hiç bilmeyen veya yanlış bilen, kültürünün zenginliğinden bihaber, medeniyetinin ışığından nasibini almamış gençlerimizi, geleceğimizin teminatı olarak göremeyiz. Hele hele milletine ve devletine ihanet edenler…”. Biz Cumhurbaşkanımızın bu ifadelerine dinine ihanet edenleri de katabiliriz.

Lakin Cumhurbaşkanımız aynı ifadeleri yıllardır kullandığı için açıkçası artık millet üzerinde tesiri olmamaktadır Zira bu sözleri önce tayin ettiği bakanlarının duyması gerekir. Ne acıdır ki bakanların kulakları, onun bu tarihi gerçeği dile getiren sözlerine hep tıkalı kaldı.

Yeni bakandan da henüz bu manada ruhumuzu okşayacak bir açıklama duymadık.

Yirmi senedir her gelen bakan imtihan sistemiyle uğraşıyor. Kaldırın artık şu imtihan sistemini, cesur olun! Gelişmiş ülke diye hayranlık duyduklarınızda hangi imtihanlar var söyler misiniz?

Yeter! Bana Kürşatları, Bilge Kağanları, Alparslanları, Osman Gazileri, Ertuğrul Beyleri, Fatihleri, Yavuzları, Abdülhamitleri adam gibi öğretin! Bana ceddimi sevdirin artık!

Atabiliyorsan milleti eğitimde şahlandıracak adımlar at. Gençlerimiz ecdadı ile gurur duysun. Kalem kurursa İHA, SİHA, AKINCI diye övündüğümüz silahlar bize döner!

Tıpkı dünyanın üçüncü büyük donanmasını inşa eden Abdülaziz Han’ın, o donamasıyla darbeye maruz kalıp tahtından alaşağı edilip şehit edilmesi gibi…

Ve tıpkı okullara en büyük önemi vererek gençler yetiştiren II. Abdülhamid Han’ın o gençler eliyle alaşağı edilip sürgüne gönderilmesi gibi…

Aslında alaşağı edilen, sürgüne gönderilen millet oluyor.

Farkına varmıyor musunuz?

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

11.09.2021