"Enbiyâ ve evliyaya istinadım var benim"
Fatih Sultan Mehmed, devrin en büyük âlimlerinden dersler alarak, kudretinin şuurunu taşıyan, ne istediğini bilen hakikî bir devlet adamı olarak yetişti. Onun, "İstanbul'un fethine değil, zamanımda Akşemşeddin gibi bir âlimin bulunduğuna sevinirim" sözü, mâna erlerine verdiği değeri ve dayandığı güç kaynaklarını ifade eder.
Şüphesiz İstanbul fethinin en büyük manevî mimarı "İstanbul muhakkak fethedilecektir.Bufethi yapacak kumadan ne güzel kumadan ve onun askerleri ne güzel askerlerdir" diye buyuran Resulullah efendimizdir.
Gerçekten Hz. Peygamber'in bu hadisinde vuku bulacağı müjdelenen, hükümdar ve askeri övülen fethi mübin için, daha İslâm'ın ilk asrından itibaren çeşitli teşebbüslerde bulunulmuş. Hadis-i şerifteki "Ni'mel emir" (ne güzel hükümdar) ve"ni'mel-ceyş" (ne güzel asker) olmak için âdeta yarışılmıştır.
İlkini II.Emevî halifesi Yezid bin Muaviye'nin başlattığı 669 baharındaki muhasaraya Hz. Peygamber'in bayraktarı Ebâ Eyyubü'l-Ensarî de katılmış ve İstanbul surları önünde şehid düşmüştür. Bu büyük sahabi, vefat etmeden önce nâaşının mümkün olduğu kadar ileri götürülmesini ve Hıristiyan toprağında gömülmesini vasiyet etmiştir. Böylece hadislerle kudsiyet kazanan İstanbul'un dinî ehemmiyeti, Ebâ Eyyub'un mezarından sonra daha da artmıştır.
Nitekim bu seferle başlayan kuşatmalar, asırlarca pek çok İslâm devleti tarafından devam ettirilmiş ve İstanbul Müslümanların kızılelması olmuştur.
Nihayet bundan 558 yıl önce, Osmanlı Sultanı II. Mehmed,teknik ve askerî alanlarda gösterdiği üstün başarılarla, bin yıllık Bizans devletine son verip, İstanbul'u yeni payitaht olarak Türkler’e kazandırmıştır.
İstanbul'un fethi nasıl gerçekleşti denildiğinde, şüphesiz güçlü surları sarsan ve yıkan şahî toplar, dehşet verici yürüyenler kuleler günümüzde dahi akıllara durgunluk verecek bir şekilde karadan yürütülen gemiler, nihayet Fatih'in dehâsı ve Osmanlı askerinin sınır tanımaz cesareti hatırlanır ve ifade edilir. Ancak bir de ortada görülmeyen ve çok uzun zaman alan hazırlıklar devresi vardır ki, bu dönemin de iyi idrak edilmesi gerekmektedir. Çünkü hiçbir başarı zahmetsiz ve kolay kazanılmaz. Bu itibarla, şehzade Mehmed'i 21 yaşında İstanbul'un fatihi sıfatını kazanmaya hazırlayan hocaları üzerinde önemle durmak gerekir.
Sultan II. Murad
Altıncı Osmanlı padişahı veŞehzade Mehmed'in babası. Her İslâm hükümdarı gibi, onun da kalbi, İstanbul'u fethetmek ve Hz. Peygamber'in müjdesine kavuşmak aşkıyla yanıyordu. Bu maksatla, 1422 yılında şehri kuşatacak, fakat Anadolu beyliklerinin isyanları sebebiyle teşebbüsü yarım kalacaktır.
Rivayete göreMurad Han,devrin büyük âlimi Hacı Bayram-ı Veli'den İstanbul fethinin kendisine nasip olması için dua istedi.Hacı Bayram-ı Veliise "Padişahım o mübarek fethi ne sen ne de ben göremeyiz"dedikten soma, o sırada dışarıda oynamakta olan çocuk yaştakiMehmed'i işaret ederek: "İşte bu çocuk ile bizim Köse (Akşemşeddin) görürler" demişti.
II. Murad Han,belki de bu müjde sebebiyle, oğluMehmed'in eğitimine özel bir itina gösterdi; devrin en kıymetli hocalarından dersler aldırdı. Onu 1443 yazında, henüz 12 yaşında iken idarî işlerde tecrübe kazanması için Manisa'ya vali olarak gönderdi. Ertesi sene, Osmanlı tarihinde görülmemiş bir uygulamayla, saltanattan çekilerek oğlunu tahta oturttu. Böylece, onun her bakımdan bu büyük müjdeyekavuşacak hale gelmesine, bilgi ve beceri kazanmasına yardımcı oldu. Bilahare gelişen olaylar sebebiyle tekrar idareyi ele alanMurad Han,gerek Anadolu ve gerek Balkan'larda sulh ve sükunu da sağlayarak, oğlu Mehmed'e İstanbul fethine giden yolu açtı.
Molla Yegân
Gençliğinde Aydın ilinde öğrenimine başlayıp Molla Fenari'nin yanında yetişmiş ve Bursa'da çeşitli medreselerde müderrisliketmiştir. Hanefî mezhebi fıkıhalimlerinin büyüklerindendir. Molla Fenari'nin vefatından sonra başmüderris ve Bursa kadısı oldu.II.Murad Han, bu kıymetli ilim adamını çok sever ve ona sık sık ihsanlarda bulunurdu.
Şehzade Mehmed'in ilk hocası olduğu rivayet edilen bu değerli âlim müstakbel taht sahibine uzun zaman ders vermiş ve çağının en gerekli bilgilerini en üst seviyede öğretmiştir. 1457 yılında Bursa'da vefat ettiği sanılan Molla Yegân'ın kabri Yıldırım İmareti yanındadır.
Molla Husrev
XV.asrın ikinci yarısı içinde yetişen Molla Husrev, şehzade Mehmed'in ikinci hocası olup, fıkıhta en yüksek ilim adamlarındandır. Bursa'da müderrislik yapmış, Edirne kadılığında bulunmuş ve SultanII.Mehmed'in ilk hükümdarlığında kazasker tayin olunmuştur.
II. Murad'ın yeniden tahta geçmesi üzerine, o da kendi isteği ile kazaskerler ayrılarak, şehzade ile birlikte Manisa'ya gitmiştir. Bu büyük âlimin ilminden çok istifade eden Fatih, kendi tabirince ona!.. "Zamanın İmam-ı Azamı" diye hürmet eder, hatta camide karşılaşsalar ayağa kalkardı.1480yılında İstanbul'da vefat eden Molla Husrev'in kabri Bursa'da, Emir Sultanın doğusunda, kendi yaptırdığı medresenin bahçesindedir.
Molla Güranî
Osmanlı Devletinin beşinci şeyhülislâmıdır. Suriye'nin Güran kasabasına bağlı bir köyde doğdu ve buraya nisbetle Gürani olarak anıldı.
Bağdad, Diyarbekir, Hayfa ve Şam’da meşhur âlimlerden ilimtahsil edenMolla Güranî, hadis ve fıkıh ilimlerinde otorite olarak yetişti. Kahiredeki medreselerde ders verirken, Molla Yegân ile tanıştı. Bu olgun ve ciddi âlimi çok beğenen Molla Yegân, ona birlikte Anadolu'ya gitmelerini teklif etti. Böylece Bursa'ya geldiler.
Molla Yegân II. Murad Han'ın huzuruna çıktığında, "Gezip gördüğün yerlerden bize ne hediye getirdin?" sualine muhatap kalmıştı. Bunun üzerine, dışarda hazır bekleyen Molla Güranî'yi içeri aldı ve "Tefsir, hadis ve fıkıh ilminde iyi yetişmiş bu âlimi getirdim" diyerek takdim etti. Molla Güranî ile görüşen padişah da, ciddiyetine ve ilmine hayranlık duyduğu bu büyük zâtı, oğluna hoca tayin etti.
Bilgi kayıtsızlığına karşı asla müsamaha tanımayan Molla Güranî'nin ilk derse elinde bir değnekle girdiği ve şehzadenin hayreti karşısında "okumakta gevşeklik gösterirse padişah babasının emriyle buna müracaat edeceğini" söylediği rivayet edilmektedir.
Sultan Mehmed, tahta çıkışı sırasında, bu çok takdir ettiği ve sevdiği hocasına vezirlik teklifinde bulunmuş, ilmi bırakıp ikbale ayak basmaktan her zaman çekinmiş olan Güranî ise "Bunca beyler vezirlik için çalışırlar, onların ümidlerin kırmak doğru olmaz" diyerek kabul etmemiştir. 1488 yılında İstanbul'da vefat eden Molla Güranî'nin kabri, Aksaray-Topkapı arasındaki kendi yaptırdığı Camii'nin önündedir.
Akşemseddin
Halk arasındaAk-Şeyh olarak tanınan Akşemsedin, H. 792 (M. 1390) senesinde Şam'da doğdu. Ulema ve şeyhlerden meydana gelen nesebi, Hazreti Ebu Bekr-i Sıddık'a (radıyallahü anh) kadar uzanmaktadır. Dini ilimler yanında tıp tahsilini de tamamlayarak tabib-i ebdân oldu. Tıp tarihinde mikrop fikrini ilk defa ortaya atan Akşemseddin, hastalıkların bu yolla bulaştığını belirtmiştir.
Seyhi Hacı Bayram-ı Velinin işareti üzerine şehzade Mehmed'in eğitimi ile ilgilenen Akşemseddin, ona özellikle tasavvuf dersleri vermiştir. Akşemseddin 1459-1460 yılında Bolu'nun Göynük ilçesinde vefat etmiştir.
Molla Ayas, İbnü't-Temcid, Çelebizâde Abdülkadir, Molla Hasan Samsunî, Sinanüddin Yusuf, Hocazâde, Ali Tusî ve Bursalı Ahmed PaşaSultanII. Mehmed'in diğer meşhur hocalarıdır.
"Ya ben Bizans'ı alırım..."
Adı geçen hocalardan güzel bir eğitim ve terbiye gören şehzadeMehmedmatematik, hendese, hadis, tefsir, fıkıh, kelam ve tarih ilimlerinde en iyi bir şekilde yetişti. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, Sırpça ve İbranice'yi öğrendi. Top dökümcülüğü sanatında uzman oldu.
Tarih ve Coğrafya alanında kendini yetiştirip, geçmiş hükümdarların başlarından geçenleri öğrenerek tecrübe kazandı. Dünya cihangirlerinin hayatlarını dikkatle inceleyerek bunların doğru ve yanlış hareketlerine hakkıyla vâkıf oldu ve onların tecrübelerinden istifade etti. Ayrıca, seçme subaylardan ok atmayı, kılıç kullanmayı, ata binmeyi ve her çeşit savaş usûlünü öğrendi. Böylece saltanatının daha ilk günlerinde, kudretinin şuurunu taşıyan ve istediğini bilen hakikî bir devlet reisi olarak ortaya çıktı.
Nitekim 54 gün devam eden İstanbul kuşatması sırasında karşılaştığı hadiseler karşısında gösterdiği tavırlar, aldığı bu yüksek eşitimin bir semeresidir.
Daha kuşatma hazırlıkları devresinde Rumeli hisarının yapımını engellemek için gelen Bizans elçilerine şöyle diyordu:
“Gidiniz, efendinize söyleyiniz ki, şimdiki Osmanlı padişahı kendinden öncekilere hiç benzemez. Benim kudretimin eriştiği yerlere imparatorunuzun hayalleri bile yetişemez."
Kuşatmanın son günlerinde ise, Bizans İmparatoruKonstantinyeni bir barış teklifinde bulundu. Kuşatmanın kaldırılması ve sadece İstanbul'un kendisine bırakılması kaydıyla, en ağır şartları kabule ve her fedakârlığı yapmaya hazır olduğunu bildiriyordu. Padişah ise kararını şu cümle ile elçilere anlattı:
"Ya ben Bizans'ı alırım, ya Bizans beni!.."
Fatih'in güç kaynakları
İşte kuvvetli bir iman, azim ve irade sahibi, temkinli ve verdiği kararı mutlak surette tatbik eden bir şahsiyet olan SultanII. Mehmed24 Mart 1453 Cuma günü muhteşem ordusu ve muazzam topları ile Edirne'den İstanbul'a doğru harekete geçti. YanındaAkşemseddin, Molla Güranî, Akbıyık Sultanve müridleriyle beraber devrin diğer tanınmış şeyhleri de vardı. Bu mâna erleri arasındaAkşemseddin'in bulunması, gerek padişahın, gerek ordunun maneviyatını yükseltmiştir.Akşemseddin'in, uzayan kuşatmanın en sıkıntılı anlarında, zaferin yakın olduğu müjdesiyle sabredip gayret göstermesi için SultanMehmed'e söylediği sözler ve yazdığı mektupların etkisi, fethin gerçekleşmesinde şahî topların payından daha az değildir.
Fatih Sultan Mehmed'in fethin hemen akabindeAkşemseddiniçin söylediği şu sözler, onun şahsında, bu mâna adamlarının kıymetini göstermekledir.
"Bende gördüğünüz bu sevinç ve mutluluğu İstanbul'un fethine sevinir sanmayın. Zamanımda Akşemseddin gibi bir alimin bulunduğuna sevinirim."
Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"