“Ey Allahım! Sen rızık veren ve her şeyi bilensin.
Sen teksin ve hiçbir şeye muhtaç değilsin… Yarabbî!
Ben aciz kulunun tek arzusu, sana inanmayanlarla savaşıp, elimden geldiğince sana lâyık iş yapmaya çalışmaktır.
İrade senin, güç senin, kudret senin, yardım senindir.
Bize sabır ver sebatımızı artır.
Bu inkâr eden millete karşı bize yardım et.”
Fatih Sultan Mehmed
28 Mayıs 1453
Muhasaranın 54. günü. Son üç gündür yapılan bombardımanla İstanbul surlarının bir kısmı artık yıkılmış vaziyettedir. Rumlar’ın yıkılan yerleri kapatamamaları için, Sultan Mehmed, geceleri dahi top ateşini devam ettirmektedir. 27 Mayıs Pazar günü ordugâhta dolaşan münâdiler iki gün sonra umumî yürüyüşün yapılacağını ilân etmişlerdi. Şimdi Osmanlı ordusunun her kesiminde yoğun bir hazırlık göze çarpıyordu. Genç padişah atına binerek surlar boyunca birlikleri dolaşıyor, görevlilere gerekli tenbihlerde bulunuyordu. Buna göre umumî hücum başladığında Osmanlı kuvvetlerinin harekâtı şu şekilde olacaktı:
Hamza Beyin emrindeki Osmanlı donanması, Marmara denizi sahilindeki surlara ok menziline kadar yaklaşacak; top, tüfek ve ok atışıyla surlar üzerindeki müdafileri sıkıştıracaktı. Böylece bu hattaki düşman birliklerinin başka cephelere yardıma gitmeleri önlenmiş olacaktı. Ayrıca, uygun noktalarda gemiler karaya yaklaşarak zırhlı gömlekli erler çıkarma yapacaklar ve merdivenlerle surlara tırmanmaya çalışacaklardı.
Zağanos Paşa kuvvetleri, Haliç’in iki sahilini bağlayan köprüden geçerek Haliç surlarına taarruz edecekler; bu sırada Haliç’teki Türk filosu sürekli top ve tüfek atışıyla bu birliğin harekâtına yardımcı olacaktı.
Haliç’in doğu kısmındaki surlara ise donanmadaki azap birlikleri ile ulemâ ve şeyhler idaresindeki erler saldıracaktı.
Edirnekapı ile Eğrikapı arasında, Karaca Bey kumandasındaki Rumeli ordusu yer alıyordu. Umumî hücum başlar başlamaz bu kuvvetler hendekleri aşarak dere kenarındaki surların yıkık bölümlerine yaklaşacaklar, buradaki müdafilerin hakkından gelerek surlara çıkmaya çalışacaklardı.
İshak ve Mahmud Paşaların komutasındaki kuvvetler Silivrikapı ile Mevlevihane arasında mevzilenmişlerdi. Bu kuvvetler de hücum emri ile birlikte Silivrikapı’ya yakın konumdaki (Sığma bölgesi) surlara çıkmaya çalışacaklar ve bu hareketlerini topçular, tüfekçiler ve kemankeşlerle himaye ettireceklerdi.
Bayrampaşa vadisi ile Topkapı arasındaki mevzi, bizzat genç padişahın komutası altındaydı. Padişahın emrindeki merkez kuvvetlerinin sağ kanadına Sadrâzam Halil Paşa, sol kanadına ise Samsa ve Sâdi Paşalar komuta edeceklerdi. Bu kuvvetler, Topkapısı kuzeyindeki surlarda açılan büyük gedik üzerine hücum ederek nihaî darbeyi indirmeye çalışacaklardı.
Hücum kollan biner kişilik gruplara ayrılmıştı. Hücum eden birlikler yorulunca veya zayiat dolayısıyla zayıflayınca derhal diğer birlikle değiştirilecek, böylece fasılasız olarak, kesin neticeye ulaşıncaya kadar hücumlar sürdürülecekti.
Orduda bulunan alimler ve şeyhler ise hücum esnasında cepheyi gezerek askerleri gayrete getireceklerdi.
“ŞAN VE ŞEREF SİZİ BEKLİYOR”
Sultan Mehmed, ordu ve donanmanın büyük küçük bütün komutanlarını toplayarak onlara, alınan kararları tebliğ ettikten sonra şöyle konuştu:
“Paşalarım, beylerim, ağalarım, bugünkü savaşta silah arkadaşlarım!
Sizi, cesaretinizi bir kat daha artırmak için buraya toplamadım. Bunu daima, hatta lüzumundan fazla gösterdiniz. Fakat benim esas gayem, zaferle neticelenecek hücum vesilesiyle ebedî şan ve şerefin sizleri beklediğini hatırlatmaktır.
Bugün size, son derece kalabalık, büyük bir şehri hediye ediyorum. Bu eski Romalılar’ın payitahtı olup güzellik, zenginlik ve şerefin doruğuna vasıl olmuş ve âdeta dünyanın merkezi olmuş bir şehirdir. Bunu size bahşediyorum.
Şimdi parlak bir muharebe için birbirinizi teşvik ediniz. Hatırlayınız ki parlak bir muharebe için üç ana şart vardır. İyi niyet, kötü hareketten çekinme ve âmirlere itaat. Sükûnet ve disiplin içinde, verilen emirlerin tamamen yerine getirilmesi sonucunda başarılamayacak iş yoktur. Şimdi yüce bir azmin verdiği coşkunluk ile muharebeye koşunuz ve malik olduğunuz liyakati gösteriniz.
Bana gelince; sizin başınızda çarpışacağıma yemin ederim. Herkesin ne suretle hareket ettiğini bizzat takip edeceğim.
Şimdi herkes kendi mevkiine dönsün, çadırına gitsin. Yiyip içiniz ve birkaç saat istirahat ediniz. Maiyetinizdekiler de aynı şekilde hareket etsinler. Her tarafta mutlak bir sükûnet hâkim olmasını emrediniz. Sonra fecir ile beraber kalkar kalkmaz taburlarınızı tam bir intizam dahilinde tertip ediniz. Hiçbir şey ile ne de hiçbir kimsenin tesiriyle ağırbaşlılığınızı bozmayınız, sakin olunuz. Fakat savaş borusunun vurulduğunu duyunca ve sancakların dalgalandığını görünce, silah elde derhal ileriye atılınız!”
Bu nutuktan sonra, yüksek rütbeli kumandanlar bir müddet daha alıkoyan padişah, onlarla hücum plânlarını son kez gözden geçirdi.
KALPLERE KORKU DÜŞTÜ
Öte yandan, İstanbul müdafileri ve şehir ahalisi 53 gündür devam eden muhasara neticesinde gece gündüz çalışmaktan yorulmuştu. Zîra Topkapı mıntıkasında yoğunlaştırılan top atışlarının yaptığı tahribatı tamir edebilmek için devamlı faaliyet göstermek gerekiyordu. Ayrıca, her defasında açılan gedikler büyüdüğünden, tamir için de gerekli mesainin artırılması zorunlu hale geliyordu. Bu durum ise müdafiler de bir yılgınlık ve bozgunluğa sebep oluyordu.
DEHŞET VEREN BİR HADİSE
İmparator ise son umumî hücumu atlatabilmek için elinden gelen bütün gayreti gösteriyordu. O, bu hücumun da püskürtülmesi ile Türkler’in ümitlerinin kırılıp geri çekileceklerini kuvvetle tahmin ediyordu. Rahipler her gün olduğu gibi yine halkın maneviyatını yükseltmek ve mukavemet fikrini artırmak üzere ilahiler okuyarak, mukaddes resimleri taşıyarak şehri dolaşıyorlardı. İstanbul’u birçok muhasaradan kurtardığı zannolunan Meryem Ana tasviri yine ellerindeydi. Ancak bu kez hiç beklenilmeyen bir olay cereyan etti. Mukaddes resim hiç bir sebep yokken rahiplerin elinden kurtularak yüz üstü yere düştü. Herkes bağırarak mukaddes resmi kaldırmağa koştu. Fakat resim kurşun gibi ağırlaşarak, sanki toprağa yapışık bir hal almıştı. Bu vaziyette, resmi yerden kaldırmak mümkün olmadı. Herkes ağlaşmaya, istavroz çıkarmaya ve dua etmeye başlamıştı. Nihayet papazlar, resmi kaldırarak merasime devam ettiler ise de bu olağanüstü hadise bir hayır alameti olarak görülmedi ve kısa zamanda şehir halkı arasında yayılarak kalplere korku saldı.
Bu arada, umumî hücum kararının Türk ordusunda uyandırdığı şevk ve heyecanı gözleyen Bizanslıların maneviyatı tamamen sarsılıyordu. Sakız Başpiskoposu Leonardo şehrin o günkü durumunu anlatırken: ”Eğer siz de bizim gibi Türkler’in “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resulullah” diyerek hep bir ağızdan cihanı dolduran haykırışlarını işitmiş olsaydınız hakikaten teessür içinde kalırdınız” demektedir. Barbaro ise: “Biz Hristiyanlara gelince, bütün gündüz ve bütün gece, Tanrıya, mukaddes Meryem Ana’ya, semadaki bütün azizlere bizi muzafferiyete kavuşturmaları için dua etmekten başka ne yapabilirdik” diyerek son günlerdeki acziyeti ortaya koymaktaydı.
Buna rağmen Bizans tarafında askerî hazırlıklar bütün gün ve gece devam etti. Kadınlar ve çocuklar hücum edenlere atılmak üzere taş taşıyarak mazgalların yanına yığmışlardı. Venedik balyozu Minettoson hücumun ağırlık noktasının kara surları olacağını düşünerek Venediklileri buradaki surlarda vazifelendirdi. Baş komatun Jüstinyani şehri topyekün umumî hücumu karşılamaya hazırladı. Kuvvetleri yeniden teşkilatlandırıp birlikleri lazım gelen yerlere yerleştirdi. Devamlı bir surette çalışarak surların yıkılan kısımlarını tamire çalıştı. Topkapısı kuzeyindeki gediğin gerisine derin bir hendek kazdırttı ve bunun önüne de muhkem bir şarampol siperi yaptırttı. 28 Mayıs günü İmparatorla Jüstinyani, beraber bütün surları gezerek noksanları mümkün mertebe gidermeğe çalışırken, müdafileri de teşvik ettiler. Ardından, Ayasofya kilisesinde Bizans ve ecnebî büyüklerini toplayan İmparator, onlardan birlik ve beraberlik içinde çarpışmalarını istedi ve kendisinin milleti için ölmeye kat’î karar vermiş olduğunu söyledi. Nutku dinleyenler din ve memleket için ölmeye hazır olduklarına and içtiler.
Mum Donanması
Umumî hücum için bütün hazırlıklarını tamamlayan Türk ordusu, 28 Mayıs akşam yemeğini müteakip istirahate geçti. Güneş battıktan bir müddet sonra karanlık, İstanbul’u örttüğünde şehir halkı bir alev kümesinin ortasında kaldığını dehşetle farketti. Dört bir yanı alev alev yanıyordu.
Hoca Sadeddin Efendi bu manzarayı şöyle nakletmektedir: ”O gece padişah, zaferleri rehber edinen askerlerine kargı ve mızraklar üzerine meşaleler, şem’alar dikip ol yere batasıca kavmin karşısında mumlar yakalar deyü buyurdu. Böylece meşaleler gece karanlığında ışık salınca, yalın kılıçların çakıp parlatılmasına girişildi. Düşmana aman ve gediklerin örtülmesine zaman vermiyeler deyü, padişahın fermanı gereğince asker, kalenin önünü yaktıkları ateşlerle aydın ederek hisar duvarlarını da çerağlarla ışıklandırarak; sanki kırmızı, yeşil çiçekler, gül ve lâleler ile çevreyi süsleyip Gülşen eylediler. Her yerden tekbir sesleri ile geceyi şenlendirdiler. Şehadet surları ile günahların görüntülerinden ellerini yudular. Ol gece, cihanı aydınlatmak için tutuşturulan ateşlere, yıldızların gönderdikleri ışıklar da eklenince aydınlık o hale geldi ki, gündüz gibi olan yörede, düşmanın kederlerle kararan gözleri hayretler içinde kalıp, dünya gözüne kara bahtı gibi simsiyah gözüktü.”
Bizans halkı bu ışık ve sesleri dehşet içerisinde izlerken tam gece yansı olunca ”Mum Donanması” bir anda söndü. Bütün ordugâh karanlığa gömüldü. Bu hal müdafîler ve Bizans halkı arasında daha büyük bir moral çöküntüsü meydana getirdi. Bundan sonra bir buçuk saat kadar yalnız topların sesi işitildi.
VE HÜCUMLAR BAŞLIYOR
Tahminen gece yarısından iki saat sonra boru, tabi ve nakkareler harp havası çalmağa başladılar. Ardından Osmanlı hücum kollan “Allah Allah” sadaları ile surlara saldırdılar. İlk hücum birliği içerisinde muhtemelen Hristiyan yardımcı kollan da bulunuyordu. Türk ağır topçusunun yaptığı kesif bir atışın ardından hücum kolları düşman siperleri üzerine atıldı. Hendekleri kolayca geçtikten sonra bir anda yüzlerce merdiven siperlere ve surlara dayandı. Müthiş bir azim ve cesaretle yapılan bu teşebbüse, müdafiler, merdivenleri yıkmak, yere düşenleri taş, ok ve sair vasıtalarla öldürmek; ”grejuva ateşi” ve kızgın yağ dökmek, mancınık ve diğer taş atma makinalarıyla ağır taşlar atmak suretiyle mukabele ettiler. Türk hücum kollan birkaç kez surlara karşı çıkış hareketini yenilediler. Birçok defa Türk erleri surlara tırmanmağı başardılarsa da kâfi derecede kuvvetle desteklenemediğinden başarılı olamadılar.
İki saat süren bu mücadeleden sonra Sultan Mehmed, bu kolun yorulduğunu görerek geri çekilmelerini emretti. Ardından hiç vakit geçirmeden iyi teçhiz edilmiş kargı ve kalkanlarla mücehhez Anadolu piyadelerini ileri sürdü. Birinci kolun çekilmesiyle dinleneceklerini ümit eden müdafiler yanılmışlardı. Süratle ileri atılan Anadolu Türk kuvvetleri, bir hamlede hendekleri aşarak dış surlara tırmanmaya başladılar. Bu ikinci hücumun başlaması şehirde büyük bir heyecana yol açtı. Artık çanlar mütemadiyen çalıyor ve herkesi surlara yardım etmeye çağırıyordu. Şehir ahalisi süratle, bir ölüm kalım savaşı verilmekte olan surlara geldiler. Zırh gömlekli müdafiler yukarı çıkmak isteyen Türk askerlerini mazgal deliklerinden istifade ile merdivenlerini yıkarak önlerken, ardından yoğun bir şekilde ok, taş ve tüfek atarak öldürmeye ve hücumu önlemeye çalışıyorlardı. Türkler, kalkanları ile kendilerini müdafaa ederek büyük bir azim ve gayretle yılmak bilmeden hücumlarını tazelerken müdafiler de üzerlerine büyük taşlar yuvarlıyorlar, “grejuva ateşi” saçıyorlardı.
Surlar hep dalgalandı derya gibi
Kılıçlar od saldı ejderha gibi
Genç padişah da zaman zaman birliklerin içine kadar giriyor, yorulmuş olanları takviye ediyor ve hücumun her an aynı şiddetle devamını temin eyliyordu. Buna rağmen gerek merkezden gerekse diğer kollardaki hücumlardan bir netice alınamadı.
PADİŞAHIN DUASI
Sultan Mehmed, üçüncü kolu harekete geçirmeden evvel abdest alarak sabah namazını kıldı ve ellerini açarak şöyle niyaz etti:
“Ey Allahım! Sen rızık veren ve her şeyi bilensin. Tek sensin ve hiçbir şeye muhtaç değilsin. Doğmamışsın ve doğurulmamışsın. Buna rağmen kafirler teslisi ortaya atıp Baba-Oğul-Rûhu’l-Kudüs üçlüsünü getirdiler. ”Benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi mücdeleyin” âyetini İncil’in sahifelerinden çıkardılar. Kur’ân-ı Kerimdeki ”Siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içerisindesiniz” âyetine muhatap oldular. Yarabbî! Ben aciz kulunun tek arzusu ise sana inanmayanlarla savaşıp elimden geldiğince sana lâyık iş yapmaya çalışmaktır. İrade senin, güç senin, kudret senin, yardım senindir. Bize sabır ver, sebatımızı artır. Bu inkar eden millete karşı bize yardım et!”
Namazdan sonra hücum mevkiine gelen padişah, bir buçuk saat süren amansız hücumlar sonucunda müdafilere yorgunluk ve bıkkınlık verildiğini gördü. Bu arada ikinci hücum kolu da artık yorulmuş bulunuyordu. Son darbeyi indirmek zamanının geldiğine kani olan Sultan Mehmed derhal ihtiyattaki kuvvetlerle Yeniçerilere taarruz emrini verdi. Birliklerini bizzat hendeğe kadar şevketti. Böylece, Türk ordusunun en iyi talim ve terbiye görmüş vurucu gücü savaşa girmiş bulunuyordu.
Tacizâde Cafer Çelebi bu son hücumu şu ifadelerle anlatmaktadır:
Önce toplar gök gürler gibi kaleyi dövmeye başladı. Onların ardından gaziler hücuma geçtiler. Aşağıdan ve yukarıdan ejderhalar gibi silahlar birbirine girdiler. Oklar atılıp yaylar çekilirdi. Mızraklar, kılıçlar can alıp, sancak göğe el açıp yere ulaşmak için yalvarırdı. Tuğlar baş açıp, kafirler yenilsin diye dua ederlerdi. Zurnalar tabl ve nakkareler ve kösler İslâm askerini harbe teşvik edip kalb kuvveti verirlerdi. Düşman kumbaralar ve sepetler ile neftleri gaziler üstüne boşalttılar ise de Osmanlı dilaverleri yanan ateşe girer gibi yüz çevirmediklerinden fayda etmedi…”
Öte yandan Bizans’ta da üçüncü hücumun başladığını haber veren çan sesleri üzerine İstanbul halkından eli silah tutabilen herkes surlara koşmuş, muhariplere yardım etmek üzere taş taşımaya başlamışlardı. Kadınlar ve çocuklar ise kiliselere doluşmuş dualar ediyorlardı. Bizans kuvvetleri komutanı Jüstinyani ise, padişahın yeniçerileri savaşa soktuğunu görünce bugünkü Fatih Camii yanında bulunan ihtiyat kuvvetlerini cepheye, özellikle de asıl vuruşmanın cereyan ettiği Topkapı ile Edirne kapısı arasındaki mevziye sürdü. Taze ihtiyat kuvvetlerinin savaşa katılması da müdafilere büyük güç vermiş ve cesaret aşılamıştı. Şimdi, kıyametten numune bir cenk sürüyordu. Yeniçeriler, merdivenler üzerine kalkanlardan siperler yaparak bir an evvel surlara çıkmaya çalışırlarken, müttefikler ise bunların üzerine taş ve ”grejuva ateşi” atıyorlar; yaklaştıkları zaman ise mızrak, balta, kılıç kullanarak surlara çıkmalarına mani oluyorlardı. Bu arada yeniçeriler, kendileriyle düşmanlarını ayıran şarampol müdafaası önünde kanlı bir boğuşmaya girişmişlerdi. Toplar mütemadiyen surları dövüyor, “Allah Allah” sesleri ortalığı inletiyordu.
ULUBATLI SURLARDA
Savaşın en kızıştığı esnada, müttefik kuvvetler başkomutanı Venedikli Jüstinyani, elinden ve kolundan yaralandı. İmparator Konstantin Jüstinyani’nin yaralandığını görünce yanına gelerek kalmasını rica ettiyse de o, yarasının vehametini ve çok kan kaybettiğini ileri sürerek müdafaa hattını terketti. Bu durum müdafiler arasında bir duraklama ve tereddüte yol açtı. İmparator ise derhal komutanlık görevini üzerine alarak askerlerini gayrete getirmeye girişti.
Ancak, hücum hattında bulunan genç Osmanlı padişahı da müdafaa hattındaki tereddütlü hareketleri sezmişti. Düşmanın bozulmakta olduğunu ve zaferin muhakkak kazanılacağını belirtip askerini yeniden hücuma geçirtti. Yeniçeriler, karşı durulmaz bir şekilde tekbir, tehlil ve temcîd sesleri ile ileri atıldılar ve birbirleriyle rekabet edercesine surlara çıkmaya başladılar.
Fetih yüzün gösterdi gediklerden
Fethin âyeti okundu her yönden
Yeniçeriler arasında, iri yarı, Ulabadlı Hasan isminde bir yeniçeri kalkanını sol eli ile başının üzerinde tutarak sağ elinde palası olduğu halde ilk önce surun üstüne çıktı. Bunu müteakiben otuz kadar yeniçeri derhal surun üzerinde göründüler ise de müdafilerin ok ve taşları ile on sekizi şehid edildi. Ulubadlı Hasan, yaralanmasına rağmen kalkanını siper yaparak pek çok arkadaşının sur üstüne çıkmasına yardımcı oldu. Nihayet o da büyük bir taşın isabeti ile surdan aşağı yuvarlandı. Surlardan atılan ok ve taş darbeleri altında şehadet mertebesine kavuştu. Ancak yeniçeriler de artarak sur üzerinde tutunmuş bulunuyorlar ve mütemadiyen destekleniyorlardı. Çok geçmeden, topların tahrip ettiği şarampolü aştılar ve iki surun arasındaki sahaya girdiler. Buradaki müdafileri derhal kılıçtan geçirmeye başladılar. Vaziyeti gören imparator ve maiyyeti Pemton kapısına doğru kaçtılar. Yeniçeriler ise şiddetle takibe başladılar. Konstantin omuzundan yaralanmış, yanındaki Kantakuzen maktul düşmüştü. İmparatorun kaçtığını ve kendilerine doğru geldiğini gören ikinci sur müdafileri de paniğe kapıldılar. Bir anda ortalık kıyamet gününe döndü. Kimsenin kimseye bakacak ve yanındakini tanıyacak zamanı yoktu. Yaralı İmparator, bu hengame arasında ayaklar altında kalarak hayatını kaybetti. Dış sur düştükten ve iki sur arasındaki saha temizlendikten sonra müdafaasız kalan iç surlar da alındı. Topkapı içeriden kırıldı ve Türk kuvvetleri bu kapıdan şehre girdiler.
Fatih Sultan Mehmed’in devleti gücüyle
Düşüverdi, arşa dek baş çeken surlar
MÜJDE-İ PEYGAMBERİ
Peygamber (sallahü aleyhi ve sellem) efendimizin “İstanbul elbette fetholunacaktır. Ne güzel kumandandır o kumandan ne güzel askerdir o askerler” müjdesine nail olduğunu gören genç padişah, atından inerek şükür secdesine kapandı. Böylece, 21 yaşında İstanbul’u fethederek FATİH unvanını alan Sultan II. Mehmed, öğleden sonra maiyyetindeki vezir, ulemâ ve sair ileri gelen devlet adamları ile birlikte, muhteşem bir alayla Topkapısı’ndan şehre giriyor; eski bir çağı nihayete erdirip yeni bir çağı başlatıyordu.
Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"