Bardakoğlu nereye koşuyor!

nereyeİki ay kadar önce Kutlu Doğum Haftası’nın bir Fetö projesi olduğunu belirttiğim için Diyanet İşleri Başkanlığı yoğun bir müdafaa içerisine girmişti. 30 Yıldır Fetö’ye tek kelime etmeyenler nedense bir anda kaplan kesilip saldırılarda bulundular. Bu arada eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu da 28 Mayıs 2017 günü Hürriyet’e geniş bir röportaj verdi. Burada Kutlu Doğum Haftası ile birlikte çok çeşitli konulara değindi. Dinlerarası diyalog projesinin çökmekte olduğunu anlayıp bir yerlere mesaj mı veriyorlardı? Yoksa imdat mı dileniyorlardı?

Akabinde çeşitli mihraklar onun burada paylaştığı fikirlerini bir araya getirerek sosyal mecrada geniş bir şekilde yaymaya başladılar. Zaman zaman bunlara sosyal gruplarda yorumlarda bulundum. Ancak bu arada tamamına bir cevap verilmesinin lüzumuna da inandım. Zira yıllarca Diyanet’in başında bulunan ve hala en etkili kişilerden biri olarak gördüğüm Ali Bardakoğlu’nun temel düşüncelerini herkesin bilmesi lazım geldiği kanaatindeyim.

Zira Bardakoğlu, fikirlerini serdederken birtakım doğru ve parlak cümlelerin içine öyle yıkıcı ifadeler yerleştirmiş ki son derece dikkat etmek gerekmektedir. Yazı okunduğunda ve bilhassa sonuç kısmı değerlendirildiğinde mevzu açıkça anlaşılacaktır.

İşte Diyanet İşleri eski başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun söyledikleri ve özet olarak değerlendirmelerim.

1. İslam dini dünyada yaşansın diye gönderildi, ahirette değil. Yani dünyayı terk et, hiçbir şey yapma, ahirette kazanırsın mesajını vermiyor. Müslümanlar dünya-ahiret dengesini yitirdiler.

Şimdi bu ifadeler üzerinde düşünelim.

İslam Dinini ahirette yaşayacağız diyen kim?

Cevabı var mı?

Ancak unutmamak lazım ki ahiret de dünyada kazanılıyor. Peygamber efendimiz “Hiç ölmeyeceğini zanneden kişi gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğinden korkan kimse gibi de (dünyaya bağlanmaktan) kaçın,” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 14, 481) buyurdular. Bunun dengesini ve nasıl davranılacağını da İslam alimleri bildirdiler. Onu burada anlatıp konuyu uzatmayayım. Aslında bu noktayı anlayıp anlatmak kendisine düşerdi! Fakat Hadis-i şerifi de reddediyorsa ona bir şey diyemem.

2. Biz Müslümanlığı sadece inanma ve namaz, oruç, hac gibi belli ritüelleri yerine getirme olarak algıladığımız sürece bu mahcup edici durum devam edecektir.

Burada “Namaz, Oruç, Hac gibi belli ritüeller” diyerek hafif gördüğü hususlar, dikkat edilmelidir ki İslam’ın şartlarıdır. Mutlak yapılması gereken hususlardır. Ahmed Kuddusi Efendi, Peygamber efendimizin “Namaz dinin direğidir” hadis-i şerifine atıfla şöyle demektedir:

Dedi Şah-ı enbiya dinin imadıdır ona

Şüphesiz dimdik tutar dini imanı namaz

Namazı terk ettiğinde dinin yıkılıyor haberin var mı?

Yoksa Hürriyet’e demeç verince böyle mi konuşmanız gerekiyor?

Ankebut suresi 45. Ayetinde Cenab-ı Hak mealen “Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, hayasızlıktan (fahşa) ve kötülüklerden alıkoyar”, buyurmaktadır.

Siz bu ayetten haberdar değil misiniz?

Yoksa kötü ahlaktan uzaklaştırmak için namaz yerine başka bir şey mi koyacaksınız?

Söyler misiniz?

3. Ortadoğu toplumları barut fıçısı gibi. Birbirlerine duydukları öfkeyi mezhep, din duyarlılığı veya öteki üzerinden dile getiriyor, onlar üzerinden kimlikler şekilleniyor. Toplum olarak ayrıştığımız, artık birbirimize öfke duyduğumuz doğrudur. Bunlar sosyal birlik beraberliğimiz açısından alarm noktalarıdır.

Dikkat edilirse Bardakoğlu neredeyse Ortadoğu’da olanları bütün olarak Müslümanlara fatura etmektedir.

Bardakoğlu siyaseti hiç mi takip etmiyor acaba?

Ortadoğu’yu Osmanlı’dan günümüze barut fıçısı haline getiren emperyalist batılı devletler değil midir?

Bugün DAEŞ ve benzeri eli kanlı örgütler onların eseri değil midir?

Ehlisünnet inancını bozarak radikal ve ılımlı İslam projeleri ile Müslümanları parça parça eden onlar değil midir?

Bugün de çok etkili eski bir Diyanet başkanının asıl olarak bunlara dikkat çekmesi ve bu oyunlara gelinmemesini istemesi gerekmez miydi?

4. Serbest pazar mantığıyla fetva arayan, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler kapladı ortalığı. İslam âlimlerinin içinde yaşadığı hayatla ve gerçekliklerle bağı koptu. Üçüncü, beşinci asırda yazılan kitaplardaki bilgileri tekrar ederek insanlara dini anlattığımızı düşünemeyiz. 50 küsur İslam ülkesi var, paramparçayız.

“Üçüncü beşinci asırda yazılan kitapları tekrar ederek dini anlattığımızı düşünemeyiz”, sözleri üzerinde en çok durulması gereken noktadır.

Din tekrar değil midir?

Peygamber efendimiz dini itmam etmedi mi?

Dinde her gün yeni bir şeyler mi söyleyeceğiz?

Yine “üçüncü, beşinci asırda yazılan kitaplardaki bilgileri tekrar ederek” ifadesiyle bir anlamda bütün İslam âlimleri silinip atılmıyor mu?

Hal böyle olunca Kur’an-ı kerimi kimin anlayışı ve sözüyle takip edeceğiz?

Bakınız Fetö de 40 yıldır Kur’an, Kur’an diyordu. Hatta bir gün camide “bunu uygulamayacaksak ne yapalım”, deyip Kur’an-ı kerimi yerlere attığı da vakidir.

Aslında Bardakoğlu ile Fetö’nün söylemleri arasında bu noktada zerrece fark yoktur.

Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar hep Ehlisünnete, dört mezhebe bağlı kalarak büyüdüler, yüceldiler, dünya medeniyetleri kurdular.

Batı, son üç asırdır işte bu inancımızı yıkmaya çalışıyor. Bardakoğlu tarihimizi bilmeli, ceddimizi ve alimlerimizi tanımalı tanıtmalıdır!

5. İslam barış dinidir diyoruz ama kimseyi inandıramıyoruz, çünkü birçok yerde Müslümanlar birbirinin boğazını sıkıyor. Birbirinin Müslümanlığını beğenmez oldular, birbirini itham ve tekfir ederek sürekli camdan aşağı atmakla meşguller.

Bardakoğlu’nun burada tenkit ettiği Müslümanlar kimdir?

Kim kimi camdan atmakta, kim kimin boğazını sıkmakta ve kim kimi tekfir etmektedir?

Biraz da misal verseler olmaz mı?

Bütün Müslümanları böyle göstermekle asıl kendisi Müslümanları aşağılamakta kötülemekte işlemediği fillerle iftirada bulunmaktadır. Yok yine DAEŞ, EL KAİDE, TALİBAN, ŞEBAB, gibi Batı’nın kurduğu örgütlerle Müslümanları bir tutuyorsa ve bunun için bu suçlamaları yapıyorsa kendisine Allah akıl fikir versin demenin ötesinde çok sözümüz olur.

Öncelikle kime hizmet ettiğini sorgulamak gerekecektir!

6. Her şeyin altüst olduğu, fırsat eşitliğinin olmadığı, işgaller altında umutların tükendiği, siyasal katılımın olmadığı toplumda sadece din anlatarak insanları mutlu edemeyiz. İslam dünyası acilen bilgi, çalışma, üretme, temizlik, sosyal barış, sosyal adalet, insan hakları, kadın hakları, çevre, özgürlükler, ötekinin hakkı gibi temel konularda zihnini durultmak ve bu konularda mesafe almak zorunda. İslamiyette ibadet sadece kıldığımız namaz değildir. İnsanlığa, dünyanın imarına, sulha, barışa hizmet eden her davranış ibadettir.

Buyurun Fetö’nün yıllarca su taşıdığı küresel değerlere iman meselesini Bardakoğlu’nun söyleminde de aynen görmekteyiz. Yine Din’e çatılmakta yine Namaz söz konusu edilmekte ve sadece bunlarla olmaz denilip barıştan dem vurulmaktadır.

Bir ilahiyat profesörüne ve eski bir Diyanet İşleri Başkanı’na dini ben mi anlatacağım?

“Vessulhü hayrün” ayeti kerimesini ben mi göstereceğim?

Kur’an-ı kerim ve dinimiz sadece namaz mı demektedir?

Kimseyi incitmemek, bedenleri ve ruhları imar etmek dinimizde yok mudur?

7. Gönlüm isterdi ki, evrensel İlâhî din olan İslam'ın günümüz uleması dünyada kanıksadığımız bunca eşitsizlik, sömürü, adaletsizlik, güçlü ve egemenin oldu bittileri karşısında hakkın sesi olsun, her türlü ayırımcılığa karşı çıksın, bizlere hepimizin Âdem'in çocukları kardeşler olduğumuzu, insan olarak eşit ve değerli olduğumuzu, insanca bir hayatın hepimizin temel hakkı olduğunu hatırlatsın. Ama öyle olmadı ve olmuyor. Olup bitene eleştirel baktığımızda bunu açıkça görüyoruz.

Açıkçası eski Diyanet İşleri başkanı çelişkiler içerisindedir.

Müslüman eşitsizliği, adaletsizliği, sömürüyü onun tabiriyle ne zaman kanıksadı?

Gücünün yetmemesi sesinin çıkmaması çıksa da duyuramaması kanıksamak mıdır?

Hepimiz Adem’in çocukları kardeşler olduğumuzu” derken “Mü’minler ancak kardeşdirler” (Hucurat suresi:10) ayetini nereye koymaktadır?

Yoksa bu ayete inanmamakta mıdır?

İslamiyet, söylediği bütün doğru ahlakın yanında, sömürü ve adaletsizliğin karşısındadır. Oysa Adem’in çocukları olduğu reddedilmez bir gerçek olan bir kısım küresel güçler (Yahudi ve Hıristiyan devletler) İslam’ı ve Müslümanları yok etmek için her tür silahlarıyla bütün cephelerden saldırmaktadır.

Bardakoğlu’na göre Müslümanlar daha ne yapmalıdır?

Barış için dinlerinden vaz mı geçsinler?

Ağzındaki baklayı çıkarsa da biz de net öğrensek!

8. Bugün birçok dini cemaat birer ekonomik sektöre dönüştü. Unutmamalı, Türkiye'de dini gruplar kamusal alana sirayet etmeye başladığı, kapalı ve kayıtdışı olup kendilerine göre dini eğitim vermeye başlarsa sorun büyür, FETÖ'deki gibi. Ülke benzeri oluşumlara gebe demektir.

Eski bir Diyanet İşleri Başkanı olarak Fetö’ye 30 yıldır tek bir söz etmemiş fakat bugün bütün cemaatleri Fetö ile özdeşleştiriyor. Bütün dedim, zira isim vermemiş. Dolayısıyla hepsi zan altındadır.

Sebep ne, ticaret mi?

Ticaret yapmak haram mı oldu?

Dikkat ederseniz Fetö’nün dini söylemlerine Ehlisünnet dışı fikirlerine hiç değinilmiyor. Sinsilik burada değil mi?

9. Dini cemaat ve tarikatlar siyaset, kamusal alan, yaygın din eğitimi ve ticaretten elini çekip kendi asli ve sivil hizmet alanlarına çekilmezse, kayıtdışılıktan çıkıp şeffaf ve denetlenebilir olmazsa yeni maceralar yaşamamız kaçınılmaz görünüyor.

Cemaatler ticaret yapamazlar diye dinen bir yasak olmadığı gibi kanunen de bir hüküm yok. Kimseyi aldatmadan kanunlar çerçevesinde herkes gibi onlar da ticaret yapabilir. Kanuna uygunsuz iş yaparlarsa müdahale devlete aittir. Dine uymayan bir yönleri varsa onları da her kim yaparsa umumen suçlamadan uyarı vazifenizi yaparsınız.

Hal böyle iken kayıt dışı ve sair sözleri insanları veya topyekûn cemaatleri suçlamak bir din adamına yakışıyor mu?

Asıl ayırımcılık ve bölücülük bu değil midir?

Öte yandan cemaatlerin asli ve sivil yönleri derken peki bu noktada herkesin yaptığına katılıyor muydunuz?

Mesela Fetö’nün bu noktada 30 yıldır hangi yanlışlarını belirttiniz?

Abant toplantılarında, Kutlu Doğum haftalarında ve Türkçe Olimpiyatlarında din dışı hareketler vuku bulurken siz hiç onları tenkit ettiniz mi?

Hala ediyor musunuz?

Cemaatleri ve bizatihi İslam’ı “Hürriyet” ağzıyla ve mantığıyla tenkit ederken asıl yanlışların üzeri tekrar kapatılmak mı isteniyor?

10. Din artık melankoli ve gözyaşı olarak sunuluyor ve algılanıyor. Böyle bir din anlayışı sizi dünya sahnesinde yukarı çeker mi? Hazreti Muhammed'in hayatını öyle bir anlatıyorlar ki, öyle bir hayatın örnek alınması ve yaşanması mümkün değil. Bugün İslam dinini gizemli, esrarengiz bir din olarak sunanlar, asılsız kutsallıklar üretenler aslında kendi din ticaretleri için müşteri artırımı peşindeler.

Yine kimin yaptığı ve ne olduğu belli olmayan askıda ifadeler. Hangi din anlayışından bahsediyor belli değil!

Mesela bugün yaşanması mümkün değilse anlatmak da yanlış mı oluyor?

11. "Din, acı, gözyaşı, melankoli ve menkıbedir" dedik. Ya geçmişe özlemle ya da bir kurtarıcı bekleyerek vakit geçiriyoruz. Bireyi ve birey bilincini, birey sorumluluğunu yok ettik. Başımıza geleni de hep "ya Allah'ın gazabı ya da ötekinin kötülüğü" diye anlattık. Sen sadece dua et, hatta en etkili ve gizemli duayı ve zamanı bul yeter, bunlardan kurtulursun" diyerek piyangocu bir anlayışı besledik. Halkı böyle besleyince onlar da buna uygun hoca tipi istemeye başladı.

Aynı ifadeler fakat müsebbibi yok.

Dini acı, gözyaşı, melankoli ve menkıbedir diye tarif eden kimdir?

Peki menkıbeyi melankoli ile beraber anmak doğru mudur? Menkıbe bir insanın hayatıdır. Hayatındaki anekdotlardır.

Peygamber efendimizin mucizelerini, evliyaların kerametlerini, sultanların gazalarını anlatırken duygulanmak, gözyaşı dökmek, hislenmek dinimizde yok mudur?

Kurtarıcı bekleyerek vakit geçiren kimdir acaba?

Bu şekilde konuşmak yerine, kendini kurtarıcı yerine koyan Fetö’ye hatta “İsa aleyhisselamın ruhu onda hulul etti” diyen Prof. Dr. Suat Yıldırım’a Diyanet İşleri Başkanı iken bir sözünüz oldu mu?

Açıkçası bilmek isterim…

Diğer taraftan bireyi ve benliği öne çıkarmak ise başka bir tartışma konusudur. Batı, birey vurgusu ile insanı yalnızlaştırmaktadır ve bu vaziyet çağımızın en büyük problemi olma yolunda hızla ilerlemektedir. Müslümanları suçlamak yerine Batı’nın içimize saçtığı fitne mihrakları ve fesat tohumlarını inceleyip ilgilenseniz çok daha iyi olacaktır.

12. Böyle bir dini anlayışın, çocuklarımız, torunlarımız tarafından nasıl karşılanacağından emin değilim. Artık yavaş yavaş yol ayrımına geliyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız sorguluyor, görüyor, biliyor. Bireyin olmadığı, kadın hakkı, insan hakkı, çevre bilinci, bilgi üretimi, sosyal adalet, hukuk, özgürlük, düşünce gibi temel değerlerin yeterince gelişmediği, sadece melankoli, sadece menkıbe, gözyaşı, ötekileştirme ve öfkenin yer aldığı bir din anlatımı İslamofobi'yi mahallemize indirecektir. Bizim çocuklarımız, torunlarımız da büyük sorular soracaktır.

Çok üzücü ifadeler. Bardakoğlu yukarıdaki onca söylemlerden sonra açıkça “küresel değerlere iman etmezsek yok olacağız” mesajını net bir biçimde vermektedir.

13. Bizim din anlayışımız sığlaştı. Dindarlığı dar bir alana hapsettik. Müslümanlar şeklen dindarlaştıkça, dünyevileşmesi de artıyor. İslam, seccadeni ser ibadetle ömrünü geçir demiyor. Düşünce, bilgi, yararlı iş, temizlik, haklının ve mağdurun yanında olma, iyiliği destekleyip kötülüğü önleme, insanı insan olduğu için sevme hepsi ibadettir. Sadaka ve iane kültürüyle ya da retorikle bunları sağlayamayız.

Yine aynı noktalar. Dini ve dindarları suçlamak. Hatta yeri geldikçe Müslümanların en güzel hasletlerini aşağılamak! Sadaka ve iane kültürü diye aşağıladığı husus bu milletin sosyal sorumluluğunun en güzel hasletidir. Sosyal patlamaların önünü kesen en önemli ilaçtır. Bir taraftan kardeşlik diyeceksin diğer taraftan “sadaka ve iane kültürü” diyerek en güzel kardeşlik uygulamalarını küçümseyeceksin. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Öte yandan Müslümanlar yararlı işlerin, temizlik ve güzel hasletlerin hangisine karşı ki?

14. Kuran'ı Kerim ile aramız açıldı. Kuran'ı Kerim'in bize verdiği öğütlere kulak tıkadık ve kendi yanlışlarımıza kendimiz fetva vermeye başladık.

Aslında Bardakoğlu’nun birinci maddeden itibaren Müslümanları suçlamasının şifresi işte bu söylemle ortaya çıkmaktadır. Ona göre Müslümanlarda gösterdiği hastalıkların sebebi Kur’anla arasının açılmış olmasıdır.

Bakınız ben ona Kur’a-ı kerimle aramız nasıl yakınlaşır anlatayım.

Ehlisünnet ulema ve âlimlerle aramızı sıkı tutarsak Peygamber Efendimize yakın oluruz.

Peygamber Efendimize yakın olunca Kur’an-ı kerim ile aramız açılmaz.

Zira hiçbir yola sondan başlanmaz. İstanbul’dan Bağdat’a gidecekler yola Bağdat’tan değil İstanbul’dan başlayarak yakınlaşacaklar. Ben Bağdat’tan yola çıkacağım diyenler hep uzak kalacaktır.

“Elbette su vermez ipsize kuyu”

DİKKAT:

Yukarıdaki değerlendirmelerimi ağır bulan, acımasız gören olabilir. Bakınız Bardakoğlu’nu bu fikirlere taşıyan bir misal anlatacağım. O zaman meseleyi daha iyi anlayacak, Hürriyet Gazetesi’ne koşup böyle bir mülakatı neden vermek durumunda kaldığını daha iyi görecek, fikirlerini ve yapmak istediklerini daha net göreceksiniz! 

Ve Fetö ile neden mücadele etmediklerini bileceksiniz! 

Diyanet yayınları arasındaki “Uluslararası Avrupa Birliği Şûrası Tebliğ ve Müzakereleri (3-7 Mayıs 2000) Ankara 2000, I” adlı kitapta, Hamid Ebu Zeyd isimli Mısır’lı bir teoloğun ifadelerine (s. 441-442) dikkat kesilelim.

“İlahiyata ve felsefeye başvurarak Kur’an’a, Sünnet’e ve İslâmî düşünceye eleştirel bir şekilde yaklaşmayı düşünmemiz gerekir. Bence sahip olduğumuz Kur’an düşüncesi, Kur’an’ın Allah’ın sözleri olduğudur. Ancak bu yeniden mercek altına alınmalıdır. Biliyoruz ki, bu okunabilir bir metindir. Geometrik işaretler, bilmediğimiz işaretler barındırmaz. Yani yeniden gözden geçirilebilecek bir metindir. Kur’an bir sözlü iletim döneminden geçti. Tarih boyunca şimdi okuduğumuz Kur’an gelişti. Hicret’e kadar Kur’an’ın yazılı ve sözlü halini kısıtlamaya çalıştılar. Okuduklarımızın Kur’an geleneğine dayandığını söylediler. Yine de okunmasına izin verildi. Daha sonra savunmasını yaparken, sonsuz Kur’an denen kavramı buldular. Bunlara artık bir son verilmeli. Peygamberin kim olduğu, sadece Kur’an’ı alan ve ifşâ eden bir amil mi olduğu sorusu. Ya Peygamber de değildiyse? Gerçekten burada yazan sözlerin Allah’ın sözleri, tarihi anlatan sözler mi olduğu sorusu. Arapça ve Arap kültürüne hitaben. Farzedin ki Peygamber Hintliydi, o zaman Hindistan kültürünün yansımalarını beklerdik çünkü Allah insanla kültürü yoluyla iletişim kurar. Bu sorular derin değil, tam aksine basit sorulardır…”

Metinden anlaşılacağı üzere Ebu Zeyd’e göre Kur’an’ın Allah kelamı olduğu tartışmalıdır. Her devirde içerisine bir şeyler katılarak bu günkü şeklinin oluştuğu, Arap kültürüyle dolu bir kitap olduğu ve Peygamber Efendimizin peygamberliğinin de şüpheli olduğu açıkça belirtilmektedir. Buradan anlaşılacağına göre “Şüphesiz Kur’an’ı biz indirdik, onu mutlaka biz koruyacağız” ayeti ona göre Kur’an’a dışardan sokulmuş olmalıdır. İnanmış olsa bu sözleri söylemesi imkansız olurdu.

Evet Hamid Ebu Zeyd işte bu düşüncede bir teolog idi. Konuşması sırasında orada bulunan bir kısım ilim adamları Ebu Zeyd’i tenkit ettiklerinde zamanın Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu kürsüye çıktı. Şimdi de eski Diyanet Başkanı’nın Ebu Zeyd’in tebliğinin müzakeresi bağlamında neler söylediğine dikkat edelim:

“Muhterem bilim adamları, elbette ki, Sayın Ebu Zeyd başta olmak üzere, tebliğ sunan arkadaşlara teşekkürlerimi ifade ediyorum. Bilhassa Ebu Zeyd fikirlerini açıkça ifade ettiler, kendisini tebrik ederim, çok mutlu oldum. Biz, bu ortamlarda fikirlerimizi tartışmayacaksak, konuşmayacaksak başka hangi ortamlarda konuşabiliriz; ona imkan yok. Hoşgörüden çok bahsediyoruz ama fazla da hoşgörülü olmadığımızı hemen ilk anda ele veriyoruz. Ben, şahsen Ebu Zeyd’in yaklaşımlarından çok istifade ettim. Kendisini de yakinen takip ediyoruz. İslam düşünce dünyasında ciddi problemlerin olduğu aşikar, bunları gözardı ederek, İslam dünyasında hiçbir problem yoktur, büyük medeniyetler kurduk falan diyerek… Yani; biz, kendi konularımızı dindar olarak değil, bir akademisyen olarak bir ilahiyatçı olarak ele almak zorundayız” (Adı geçen eser, s. 517-518).

Şimdi bu çarpıcı ve bir o kadar da korkunç ifadeler sonrasında Bardakoğlu’nun Hürriyet’e verdiği söyleşiyi bir kez daha değerlendirelim!

Görülüyor ki Bardakoğlu’nun hoşgörüsü, Peygamber Efendimize saldırana, Kur’an-ı kerime Allah kelamı değildir diyenleredir. Bardakoğlu onlardan etkilenmekte ve istifade etmektedir.

Peki asıl bu fikir sahipleri İslam’ı ve Müslümanları parça parça etmez mi?

Bardakoğlu, Kur’an-ı kerim ve Peygamberimize olan inancı yıkıp Müslümanları nerede birleştirecektir?

Bunun cevabını verebilir mi?

Bardakoğlu ve onun gibi düşünenlerin Fetö’yü neden tenkit etmedikleri anlaşılmıyor mu?

İşte devamlı olarak Müslümanları tenkit etmek ve küresel değerleri öne sürmenin mantığı ve anlamı budur!

Hürriyet gibi refikiniz de olunca yürüyün bakalım. Nereye kadar!

Bugün artık Bardakoğlu’nun Kuramer’de yaptığı çalışmalar daha bir dikkatle incelenmeye muhtaçtır.

Hadislerin ayıklanmasından sonra sırada Kur’an-ı kerim mi vardı?

Kuramer de devam ettirilmekte olan Kur’an-ı kerim çalışmaları yarın Kur’an-ı yıkmakla neticelenmesin!

Not: Bu konuda Sayın Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu “(Bak. Ülke Postası, 1 Temmuz 2017)” başlıklı güzel bir makale kaleme almıştır. Onun da mutlaka okunmasını tavsiye ederim. (Bak. Ülke Postası, 1 Temmuz 2017). Yine bu konuda, Dr. Ahmet Gelişken’in “Bardakoğlu mu dediniz?” yazısı dikkate şayandır.

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

21.07.2017