“Reayaya ve Allah’ın kullarına iyi muamele ediniz. Hak olan vergiden başka almayınız. Zayıfları incitmeyiniz, alimlere saygı gösteriniz. Yüce Allah'a şükr ediniz."
Tarihin âlim, şair, adil ve hakîm olarak kaydettiği birçok meşhur şahsiyetlerle birlikte zenginliği, cömertliği, adaleti ve cesareti efsane haline gelmiş kahramanların adları edebiyatçılarımızın dilinde sık sık geçer. Şöhretlerine sebep olan hususiyetlerine telmihler yapılır. Kendi zamanlarındaki bir hükümdarı övmek mi istiyorlar geçmiş zamanda o işi kılmış bir kahramanı misal verirler. Kendi dönemlerinde birisi yanlış bir iş mi yaptı geçmiş dönemde o kötü çığın açan da zikredilir.
Nitekim bir hükümdar adaleti sebebiyle övülmek istenirse genelde karşılaştırılan zat Sasanî hükümdarlarından Nûşirevân (Nuşirvan- Anuşirvan)'dır'. Övülen zat her dönemde değişse de Nûşirevân'ın adı baki kalmıştır.
İşte ona atıfta bulunulan bazı beyitler.
Kanuni Sultan Süleyman övülürken
Neseble nâşır-ı şer'ü haseble hâmi-i sünnet
Adilde reşk-i Nuşirvan sahada gayreti hâtem şükrî
Hazret-i Sultan Süleymân-ı selimül-kalb kim
Hırmeninde adlinün Nûşirevân'dur hûşe-çin
Hayâlî
Yavuz Sultan Selim Han övülürken de;
Nâmı Nûşirevân-ı unutdurdı adl ü dâd ile
Şimdi ağızlarda adı dâdıdur Nûşirevân
Kemalpaşa-zâde
denilmiştir.
Ancak hakkında bir söz var ki kıymeti cihan değer... Nûşirevân şayet hayatta olsaydı da bu cümleyi işitseydi sevinci doğudan batıya herkesçe işitilirdi. İki cihan serveri Resulullah efendimiz: "Ben âdil sultan zamanında dünyaya geldim" buyurarak onun adaletini övmüştür. Peygamber efendimizin övgüsüne mazhar olan hiç unutulur mu?
Kimdir Nûşirevân? Onun asırlarca unutulmaması nasıl mümkün olmuştur? Nûşirevân'ın kimliğine geçmeden önce dönemin İran'ı hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır.
İran'da 226 yılında Zerdüşt din adamlarından Sâsân'ın torunu Erdeşir tarafından kurulan Sasanîler hanedanı hüküm sürmekteydi. Zerdüşt, İran'da mecusî (ateşe tapma) dininin kurucusudur. Bu din Ahameniler devrinden Sasanîler’in yıkılışına kadar İran halkının dini olmuştur.
Komünizmin ilk çıkışı
Ancak Nûşirevân'ın babası I. Kubad’ın hükümdarlığı döneminde (485-531) Zerdüştlük değişik bir şekil aldı. Dönemin Mubed Mubedanı (Zerdüşt baş papazı) olan Mezdek b. Bâmdâdân Zerdüstlik dinini zamanın zerdüştîlerinin aleyhine olarak değiştirmek ve dünyaya yeni bir yol gösterici olmak istedi. Yıldızlar ilmine vakıf olan Mezdek seyyarelerin hareketinden bu zamanda bir adam çıkacağını ve zerdüştîlerin, yahudîlerin ve hristiyanların dinini kaldırıp kıyamete kadar kalacak olan bir dinî ortaya çıkaracağına delil gösterdi. Mezdek bu kimsenin kendisi olacağı isteğine kapıldı. Zira onun bütün büyükler yanında yüksek bir mevkii bulunuyordu.
Böylece ortaya çıkan Mezdek, "Tanrı, Zerdüşt dinini yenileyeyim diye beni gönderdi. Zira insanlar Zend ve Avesta (Zerdüşt dininin kitabı)'nın manalarını unutmuşlardır. Ayrıca Zerdüşt'ün getirmiş olduğu şekilde bırakmayıp değiştirmişlerdir. Tıpkı İsrailoğulları'nda olduğu gibi" diyerek peygamberliğini ilan etti.
Melik Kubad başlangıçta Mezdek'e büyük bir şüphe ile baktı. İnsanların etrafına toplandığını işitince huzuruna çağırarak delil istedi.
Mezdek buna da çare buldu. Mabedleri olan ateşgedenin altına bir tünel yaptırdı. Oraya has bir adamını yerleştirerek kendisini tasdik etmesini istedi. Sonra da hükümdarı ve din adamlarını oraya davet etti. Melik Kubad'ın ve emirler ile papazların hazır olduğu bir sırada Mezdek Tanrı'ya hitapta bulundu. Bunun üzerine Mezdek'in adamı da "Mezdek'in sözlerini işiten, uygulayan İran ülkesi büyükleri iki cihan mutluluğunu bulurlar" diye bağırdı. Ateşin ortasından çıkan sözler herkesi hayrette bıraktı. Artık Mezdek, Melik Kubad'ın sarayında ve en baş kösesinde idi. Mücevher kakmalı altın bir taht üzerinde otururdu. Onun sözleri kanun gibi yürürlüğe girerdi.
Mezdek öyle çirkin adetler ortaya çıkardı ki insanlar ne yapacağını şaşırdı. Önce servetleri ortaya koydu. Mal ve altın mülk değildir. Halk arasında olup herkese mubahtır. Hepsi Tanrı'nın kulları ve Ademoğullarınındır. Neye ihtiyaç duyarlarsa birbirinin servetini harcamaları gerekir dedi.
Ardından kadınları da servet gibi ortak mal sınıfına dahil etti. Her kim bir kadına rağbet ederse, kimse mani olmasın, birbirine mubah olsun. Kıskançlık ve merhamet bizim dinimizde yoktur. Öyle ki hiç kimse zevklerden, şehvetlerden ve servetten nasipsiz kalmasın. Tatmin olma ve arzu kapılan herkese açık olsun dedi.
Mal ve kadınların herkesçe kullanılabilmesi özellikle aşağı tabakadan, cahil, adî ve bayağı kimselerin Mezdek'in yoluna rağbeti artırdı. Alimler ve bu çirkin hareketleri beğenmeyenler ise Melik'in korkusuyla seslerini çıkaramaz oldular.
Böylece Marks’ın Engels'in fikirleri, Lenin’in, Stalin'in komünist uygulamaları asırlar öncesinde Mezdek'in liderliğinde yürürlüğe girmiş bulunuyordu.
Baba oğul karşı karşıya
İşte bu çirkin gidişe sadece bir kişi seyirci kalmadı. O Melik Kubad'ın oğlu Nûşirevân idi. Henüz 15 yaşındaki bu genç önce mubedlerle (papazlar) görüştü. Onların bu çirkin yola girip girmediklerini öğrenmek istedi. Onlar hayır deyince neden mani olmaya çalışmadıklarını ve sustuklarını sorup "görmez misiniz mallarınız ve kadınlarınız elden gitti. Mülk ve devleti de hanedandan gitmiş bilin. Babamın beyni harap olmuştur. Onu ilaçla tedavi etmek gerekiyor. Ona nasihat ediniz. Mezdek’i münazaraya çağırınız" dedi.
Nûşirevân'ın ıstırap içerisinde bu kötü gidişi önlemeye çalışması Mezdek'e ulaşınca derhal tedbir almaya yöneldi. Melik Kubad'a şayet oğlun Nûşirevân da bizim yanımızda olsaydı yolumuz daha kolay yayılır ve daha güçlü olurdu dedi.
Nûşirevân'ın Mezdek'in yoluna girmemiş olması Kubadı fevkalade sinirlendirdi.
Derhal onu huzurunda hazır ettirdi ve:
"Sen Mezdek mezhebinde değil misin?" diye sordu.
Nûşirevân: Allah 'a hamdolsun hayır.
Kubad: Niçin?
Nûşirevân: Sahte ve aldatıcı olduğu için.
Kubad: Nasıl aldatıcı. Ateşi dile getirmedi mi?
Nûşirevân: Dört unsur denilen dört şey vardır. Su, ateş, toprak ve hava. Her dördü birdir. O ateşi dile getiriyor. Ona söyle suyu, toprağı ve havayı da konuştursun. O zaman ben de inanayım.
Kubad: O sözlerini kendinden söylemiyor. Kitabımızdan söylüyor. Kitapta mal ve kadın her ikisi de mubahtır deniyor.
Nûşirevân: Bunca yıldır alimler mal ve kadının mubah olduğunu söylediler. Ancak ortak olduğu hususunda yorumlama yapmadılar. Mal din içindir. Din kadınları korumak için gerekir. Her ikisini ortak tutunca o zaman insanla, otlamakta ve birleşmekte eşit olan ehlî ve vahşi hayvanlar arasında ne fark kalır. Bunu akıllı adam söylemez.
Kubad: Peki senin baban olan bana niçin muhalefet ediyorsun.
Nûşirevân: Baba'ya itaatsizlik asla uygun değilse de bunu senden öğrendim. Senin şu hareketlerinle babana muhalif olduğunu gördüm. Ben de sana muhalefet ettim. Sen Mezdek'in dininden dön ben de sana muhalefetten döneyim.
Nûşirevân'ın uygun cevapları karşısında endişeye kapılan Mezdek, söze karışarak: Nûşirevân ya mezhebimize girsin veya bize kesin bir delil getirsin dedi.
Bunun üzerine Melik Kubad, oğluna: "Bu mezhebi kabul et yoksa sana öyle bir işkence yaparım ki herkese ibret olur " dedi.
İsmi Muhammed'dir
Bunun üzerine Nûşirevân kırk gün mühlet aldı. Derhal yüksek ilimlere vakıf Farslı bir mubede haber gönderdi. Mezdek'in durumunu ve son gelişmeleri mektubunda anlatıp acele gelmesini istedi.
Kırkıncı gün olduğunda Farslı mubed gelerek önce Nûşirevân'la görüştü ve sonra Melik Kubad'ın sarayına gitti.
Melik'e saygı ve tazimden sonra, "Efendim! Mezdek hataya düşmüştür ve bu iş ona verilmemiştir. O, yıldızlar ilminden bir şeyler bilirse de hükümlerinde yanılmıştır. Oysa gerek yıldızların birleşmesinde gerekse İncil ve Tevrat'ta şu deliller görülmektedir.
Muhammed Emin isminde biri çıkacak; peygamberliğini bildirecek; fevkalade bir kitap getirecek, acayip mucizeler gösterecek, gökteki ayı ikiye bölecek, halkı Allah yoluna çağıracak temiz bir din getirecek, ateşe tapıcılığı ve diğer mevcut dinleri kaldıracak, Cenneti vaad edecek; Cehennemle korkutacak, servetleri ve haremleri kendi şeriatı hükümleri altında koruyacak; şeytandan kaçınacak; melek ile dost olacak; ateşgede ve putgedeleri yıkacaktır. Onun dini bütün dünyaya yayılacak ve kıyamete kadar kalacaktır. Yer ve gök onun peygamberliğine şahidlik edeceklerdir. Onun ortaya çıkması yakındır. Mezdek öyle hayal etmiştir ki bu kişi kendisidir. Halbuki o bir Acem değil Arap'tır."
Fars Mubedi sözlerine devamla Mezdek'in pek çok hatasına ve gelecek peygamberin uygulamalarına dair sözler söyledi. Ertesi gün de Mezdek'i susturacağını belirtti. Mubedin bu sözleri Kubad'ın hoşuna gitti ve gönlünde yer etti. Mezdek'e karşı tutumu değişti.
Mezdek'in çaresizliği
Ertesi gün sarayda divan kuruldu. Mezdek gelerek altın kürsüsüne oturdu. Nûşirevân, tahtın önünde ayakta durdu. Fars mubedi de yanında idi. Melikin izin vermesi üzerine: Mubed, Mezdek'e dönerek "Önce sen mi soru soracaksın yoksa ben mi?" dedi.
Mezdek: Ben soracağım
Mubed: Madem ki soran sen olacaksın cevap veren de ben olacağım. O halde sen buraya gel. Ben de senin bulunduğun yere geçeyim.
Mezdek utandı ve "beni buraya Melik Kubad oturtmuştur" dedi.
Mubed: "Şimdilik uygundur. Sen mi sorarsın, yoksa ben mi sorayım" dedi.
Mezdek: Sen sor, ben cevap vereyim.
Mubed: Sen serveti mubah yapmışsın. Rıbat, köprü vesair hayrat yapan insanlar, bunları öteki dünyada mükafat ve sevap elde etmeleri için mi yapıyorlar?
Mezdek: Evet.
Mubed: Servetler insanlar arasında ortak olunca bir hayır yapanın mükafatı kimin olur? Mezdek bu suale cevap vermekten aciz kaldı.
Mubed: Sen kadınları da mubah etmişsin. Yirmi kişi bir kadınla cinsi münasebette bulunursa ve kadın hamile kalırsa, çocuk olunca, bu hangi adamın çocuğu olur söyle?
Mezdek buna da cevap vermekten aciz kaldı.
Bunun üzerine Mubed, "Senin maksadın, insanların servetlerini, kadınları ve nesilleri bir defa da mahvetmektir. Tahta oturmuş olan bu melik, Melik Firuz'un oğludur. Padişahlığı babasından miras olarak elinde tutuyor; babası da elinde tuttu. Bu melikin karısı, 10 insanla yatınca, kendisinin oğlu hangi kişiden olacaktır. Söyle o oğul kimdendir? Böylece nesil kesilmiş olmaz mı? Nesil kesilmiş olunca, padişahlık bu hanedandan gitmez mi? Büyüklük ve küçüklük zenginlik ve fakirliğe bağlı değil midir? Sen serveti ortak mal yapınca küçüklük ve büyüklük dünyadan kalkar. Önemsiz bir kişi padişah ile eşit olur. Neticede padişahlık kalkar ve iptal edilir. Şimdi sen padişahlığı Acem meliklerinden kaldırmaya dünyayı dağıtmaya gelmişsin" dedi.
Bu haklı cevaplar karşısında bunalan Mezdek, Kubad’dan mubedin boynunun derhal vurulmasını istedi. Kubad ise "delilsiz olarak bir kimsenin boynu vurulamaz" cevabını verdi.
Mezdek ise, "öyleyse ateşten soralım; bakalım ateş ne buyuruyor. Zira ben kendiğilimden söz söylemem " dedi.
Melik Kubad'ın emrini derhal yerine getirmemesi Mezdek'i kızdırmıştı. Kendi kendisine benim askerim ve halk katında sempatizanım çoğalmıştır. Artık Kubad'ı ve Nûşirevân'ı ortadan kaldırıp yerlerine geçme zamanım gelmiştir diye düşündü.
Ateşgedenin altındaki gizli bölmedeki adamına Hûda, Kubad'ın öldürülmesini istiyor diye söylemesini bildirdi. Has kullarından iki kişiyi silahlarını gizleyip orada hazır olmaları ve ateşin konuşması üzerine Meliki vurmaları konusunda uyardı.
Öte yandan mubed de, Mezdek'in artık son kozunu oynayacağını sezmişti. Nûşirevân'a orada adamlarından birkaç kişiyi hazır etmesini ve çıkabilecek olaylara karşı dikkatli olmasını öğütledi.
Böylece Mezdek'in ertesi günkü planı uygulanamadı. Adamları Kubad'ı vuramadan yakalandılar. Artık Melik Kubad ile Mezdek'in arası iyice açılmıştı. Ancak bu noktada mubedin yeni bir planı devreye girdi. Mubed ateşin son konuşmasından sonra yapacak bir şeyi olmadığını, yenilgiyi kabul ettiğini bildirip çekilecek Nûşirevân'da, Mezdek'in yoluna girecekti. Böylece Mezdek'in güveni kazanılacaktı. Sonra da düzenlenecek bir toplantıda adamlarıyla birlikte ortadan kaldırılacaktı.
Son darbe Nûşirevân'dan
Plan başarıyla uygulandı. Mubedin ülkeyi terketmesinden sonra Nûşirevân bir rüya gördüğünü ve rüyasında ateşin yakmak üzere üzerine geldiğini ve temiz yüzlü bir zatın kendisini kurtardığını söyleyip Mezdek’in yolunu kabul ettiğini bildirdi. Böylece Mezdek'in güvenini kazandıktan sonra ordu kumandanlığı vazifesini üzerine aldı. Sonra Mezdek'e büyük bir toplantı tertip edilmesini ve burada mezhebimizde olanlardan tekrar bir bağlılık alınmasını istedi. Böylece bu mezhepte olmayanlar ortaya çıkacak ve onlarda zorlanacaktı.
Teklif Mezdek'i ziyadesiyle memnun etmişti. Kararlaştırılan günde 12 bin Mezdek’i hazır bulundu. O güne kadar görülmemiş bir ziyafetin ortasında buldular kendilerini. Altın kürsüsünde oturan Mezdek sevinçten vücuduna sığmıyordu. Nice yiyip içmelerden ve eğlencelerden sonra Nûşirevân biat edenlerin 20'şer 30'ar kişilik gruplar halinde Çevgan meydanına götürülmelerini ve orada nefis süslü elbiseler ve hil'atler giydirilmelerini istedi.
Oysa dört tarafı çevrilen ve kapalı bir alan haline getirilen bu meydan Mezdekîler için bir ölüm çukuru idi. Alana götürülen Mezdekîler baş aşağı çukura gömülüyorlardı. Meydanın önünde yüksek bir toprak yığını vardı. Onun üzerine de bir çukur kazmışlardı.
Son olarak Mezdek ve Melik Kubad meydana geldiklerinde Nûşirevân, Mezdek'e dönerek:
"Ey haramzade köpek, senin lideri olacağın orduya bundan daha iyi hil'atler verilmez. Sen dünyadakilerin mallarını, Hûda'nın kullarının kadın ve oğullarını ziyan etmeye, bunca yıllık padişahlığı hanedanımızdan koparmaya gelmişsin" dedi.
Çevgan meydanını ayaklar havada süslenmiş olarak gören Mezdek'in vücudu, sonbahar yaprağı gibi titremeye başlamıştı. Yalvarıp yakarıyordu.
Nûşirevân: Bir adam söz söylesin diye ateşgedenin altına gönder ve ateş konuşuyor de; o zaman ateş söylüyordu. Şimdi sen konuş bakalım. Kendini kurtar, hünerini göster. Ateşi imdadına çağır dedikten sonra onu da gömmelerini emretti. Mezdek'i yakalayıp göğsüne kadar toprağa gömdüler. Etrafına kireç döktüler. Öyle ki kirecin ortasında sıkıştı kaldı.
Ardından babasına "bütün bu felaketler senin zayıf fikirliliğinden çıkmıştır. Ordu ve halkın sakinleşinceye kadar bir müddet evinde oturmalısın" diyerek onu idareden uzaklaştırdı. Böylece saltanata geçti. Çok geçmeden babasının vefatıyla da idareyi tek başına eline aldı (531).
Nûşirevân tahta çıktığında henüz 18 yaşında bulunuyordu. Suriye, Kilikya ve İç Anadolu bölgelerine kadar yayılan geniş imparatorluk babasının güçsüz idaresi döneminde tam manasıyla zulüm ve fesat yuvası haline girmişti. Emirler serbestçe hareket ediyorlar, hak hukuk tanımıyorlardı. Nûşirevân'ın padişahlığının 3-5 senesi de böyle geçti.
Baykuş düğünü
Onun adil idareye geçişine bir baykuş düğünü sebep olarak anlatılır. Bu kıssa Mahzenü'l Esrar'da şöyle nakledilmektedir:
Hikâyedir, söylemişler raviyan,
Seyre çıkmış, bir gün Enûşirvan.
Pâdişah'ın yanında varmış biri,
Destûr denen O'nun büyük veziri.
Yol üstünde harap köye varmışlar,
Dam üstünde uluyormuş baykuşlar.
Şah vezire demiş, bunu dinlesin,
Kuş dilinden bizim dile çevirsin.
Vezir demiş, Şahım, hayır bir iş var,
Düğün için konuşuyor bu kuşlar.
Birinci kuş oğluna kız istiyor,
İkinci kuş ise ona söyliyor:
"Kalım, diye kaç harabe verirsin?"
Cevaba bak: "neden merak edersin?
Şah bu ise, böyle gitse rûzigâr,
Yüz bin harabelik dilersen de var."
Şah vezirin bu sözünü dinlemiş,
Kinayeyi anlıyarak, inlemiş
Adalete vermiş o günden karar,
Olmuş adı adaletle paydâr.
Nûşirevân uyanık ve akıllı veziri Minuçehr'in baykuşları konuşturmak suretiyle ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Zira sarayı zulme uğrayanların feryatları ile dolmuştu. Vezirine ülkeyi bir hastalık gibi sarmış bulunan zulmün önüne nasıl geçebileceğini sordu.
Adalete giden yol
Minuçehr: "Vilayet melikindir. Melik orduya, vilayetin halkını değil, vilayeti vermiştir. Eğer ordunun vilayete sevgisi, vilayet halkına merhamet ve muhabbeti olmazsa, hepsi kendi kaselerini nasıl dolduracaklarını düşünürler. Vilayetin harap olmasını ve fakirleri derd edinmezler. Ordunun vilayette yaralama, zincire vurma, zindana atma, gazab etme, cinayet işleme, azil ve tayin etme gücü olduğu zaman melik ile onlar (ordu mensupları) arasında ne fark kalır? Zira bütün bunlar meliklerin işleridir. Ordunun bu kuvvet, kudret ve imkanı olmamıştır. Bütün padişahların zamanlarında altın tac, altın üzengi, altın kadeh, taht ve para basma hükümdardan başkasına ait olmamıştır.
Eğer bir melik öncekilerden faziletçe ve şerefçe üstün olmak isterse, kendi ahlakını kusursuz hale getirmeli ve düzeltmelidir"
Nûşirevân: "Nasıl yapayım?"
Minuçehr: Kötü huyları kendinden uzak tutmalısın. İyi hasletler ile bezenmeli ve onları tatbik etmelisin.
Nûşirevân: Kötü hasletler hangileridir.
Minuçehr: "Hased, yalan, kibir, kızma, şehvet düşkünlüğü, hırs, uzun emel, dik başlılık, hasislik, zulüm, bencillik, acelecilik, nankörlük, hafifliktir. Uyacağın iyi huylar ise haya, iyi niyet, itidal, yumuşaklık, affetme, kerem sahibi olma, alçak gönüllülük, eli açıklık, doğruluk, sabır, şükretme, merhamet, ilim, akıl ve adalet" dedi.
Nûşirevân artık devlet dizginlerini eline alma zamanının geldiğine inanmış ve tutacağı yolu seçmiş bulunuyordu.
Derhal bir mezalim (divan) teşkil etti. Merkezdeki ve eyaletlerdeki yüksek rütbeli devlet adamlarını topladı. Onlara hitaben: "Biliniz ki, bu padişahlığı bana Hüdâ nasip etti. Babadan miras olarak sahibim. Amcam bana karşı isyan etti. O'nunla savaştım ve galip geldim. Saltanatı bir defa daha kılıçla elde ettim. Hüdâ bu mülkü bana ihsan edince ben de size ihsan ettim. Herkese bir vilayet verdim. Bu devlette hakkı olan hiç kimseyi nasipsiz bırakmadım. Büyüklüğü ve vilâyeti babamdan bulmuş olanları aynı makam ve rütbede tuttum. Derecelerini ve nafakalarını asla azaltmadım. Şimdi size söylüyorum. Reayaya ve Allah'ın kullarına iyi muamele ediniz. Hak olan vergiden başka almayınız. Ben size saygımı muhafaza ediyorum. Siz benim sözüme kulak vermiyorsunuz. Allah'tan utanmıyor musunuz? Allah korusun, uğursuzluğunuz, yanlış hareketleriniz, zulmünüz bana da tesir eder ve devletime ziyan verir. Cihan, muhaliften temizlenmiştir. Refah ve huzurumuz yerindedir. Bu sebeple yüce Allah'ın size ve bana verdiği nimete şükürle meşgul olalım. Bu daha doğru olur. Zira zulüm, mülkü zevale götürür. Nankörlük nimeti yok eder. Bundan sonra yüce Allah'ın kullarına iyi muamele etmek lazımdır. Reayanın yükünü hafifletiniz. Zayıfları incitmeyiniz, alimlere saygı gösteriniz. İyilerle sohbet ediniz. Kötülerden sakınınız. Hûda'yı ve feriştehleri (melekler) şahit gösteririm ki eğer bir kimse bu yola aykırı başka bir yol tutarsa, kendisini asla tutmam ve cezasını veririm" dedi.
Hepsi birden: "Öyle yaparız. Emrine uyarız" dediler. Ancak işleri başına döndüklerinde cümlesi adaletsizliği ve zulmü yine ele aldılar. Melik Nûşirevân'ı çocuk gözü ile bakıyorlardı. Her birisi istediği an onu tahtından indirebileceğini düşünüyordu.
İhtiyar bir kadına zulüm
Emirlerinden en büyüğü Azerbaycan ve Horasan valisi idi. Sasanîler ülkesinde ondan daha zengin ve daha büyük vali yoktu. Eşya, teçhizat ve aletçe mükemmel idi. Oturduğu şehir çevresinde dinlenmek üzere güzel bir bahçe yapmak arzu etti. Onun arzu ettiği yerde ihtiyar bir kadına ait arazi vardı. Vali burayı da mülküne katmak istedi.
Ancak yaşlı kadın geçimini buradan karşıladığını söyleyerek teklifi reddetti. Vali ise kadının sözlerine kulak asacak değildi. Zulüm ve zor ile kadının yerini çevirdi ve bahçesine kattı. İhtiyar kadın yoksul kaldı ve dara düştü. Önceki teklif üzere bedelini veya yerine mukabil başka bir arazi istedi. Ancak vali zamanında teklifini reddettiği için kadının bu isteğine de kulak asmadı.
Kadıncağız kime gitti, araya kimi koydu ise bir netice alamadı. Sonunda hiç kimseye sezdirmeden yollara düşerek bin bir zahmetle Azerbaycan'dan başkent Medayin'e geldi. Saraya girmesine müsaade etmeyeceklerini düşünerek başka bir plan hazırladı. Nûşirevân'ın bir av partisi sırasında fırsatını bularak feryad ü figan ederek dikkatini çekmeyi basardı.
Yanına vardığında daha önce hazırlamış olduğu dilekçesini uzatırken: "Ey melik! Eğer cihan hükümdarı isen, bu zayıf ihtiyar kadının hakkını ver ve dilekçemi oku" dedi.
Nûşirevân, yaşlı kadının dilekçesini aldı, okudu, sözlerini tamamiyle dinledi. Gözlerinden yaşlar boşandı ve "Üzülme, çünkü şimdiye kadar iş senin idi. Şimdi ise bana geçti. Muradını yerine getireyim ve seni şehrine göndereyim. Bir kaç gün burada dinlen. Zira yorgunsundur" dedikten sonra bir hizmetçi çağırdı ve kadının ihtiyaçlarının görülmesini istedi.
Önce tahkikat
Nûşirevân bütün gün ihtiyar kadının durumunu, hadisenin söylediği gibi olup olmadığını, meseleyi doğru olarak nasıl öğreneceğini düşündü. Ertesi gün en mutemet adamlarından birini çağırdı ona meseleyi açtıktan sonra: "Hazineden masrafların için istediğin kadar para al. Azerbaycan'a git. Orada filan şehirde, filan mahallede 20 gün müddetle otur. İnsanlarla görüş. Sizin mahallede filan adlı yaşlı bir kadıncağız vardı. O nereye gitti. Bir arazi parçası vardı, ne yaptı diye sor. Söylediklerini doğru olarak huzuruma getir. Seni bu iş için gönderiyorum. Bu konudan kimsenin haberi olmasın " dedi.
Ertesi gün bargahda bütün ordu kumandanlarının önünde ise o adamına hitaben: "Azerbaycan'a git. Hazine için her şehirden toplanan vergileri getir. Gelirlerin ve zahirelerin nasıl olduğunu, bir yere afet gelip gelmediğini araştır" diyerek Azerbaycan valisinin de hazır olduğu erkanı yanılttı.
Nûşirevân'ın gulamı yaşlı kadının mahallesine vararak yirmi gün kaldı. Herkesle oturup kalktı. Daha ihtiyar kadının adı geçerken herkes "Zavallı ihtiyar kadın! Mübarek bir hanımdı. Kocası öldükten sonra yoksulluğa düştü. Geçimini sağlayan bir parça yeri vardı. Nafakasını ondan temin ediyordu. Her gün dört ekmeği olurdu. Birini lamba yağına öteki birini ekmek katığına verir diğer ikisini de sabah, akşam yerdi. Padişah hakkını da gözetirdi. Günlerini böyle geçiriyordu.
Şehrin valisi onun bu arazisinin civarında güzel, manzaralı bir bina yaptırıyordu. Onun yerini de zorla gaspetti. Ne bedelini ödedi, ne de karşılık olarak başka bir yer verdi. O ihtiyar kadın iki yıl valinin kapısında dolaştı. Bir netice alamadı. Birkaç gündür o kadın kayıptır. Nereye gittiğini, ölü mü sağ mı olduğunu bilmiyoruz" dediler.
Gulam durumu öğrenince süratle dönerek Nûşirevân'ın huzuruna çıktı ve bütün işittiklerini arzetti.
Sonra en şiddetli ceza
Nûşirevân ihtiyar kadının doğru söylediğine kanaat getirmişti. Bütün gün üzgün bir halde kaldı. Sonunda sarayda görevli büyük hacibini huzuruna çağırdı ve "Ertesi gün divan kuracağım. Büyükler ve emirler huzuruma gelince Azerbaycan valisini koridorda tut ve ne emredeceğimi gör" dedi.
Nûşirevân ertesi gün emirlerinin katıldığı bir meclis kurdu. Hepsine hitaben "Size bir sual soracağım. Bana gerektiği gibi cevap veriniz" dedi.
Emirler: "Ferman baş üstüne" dediler.
Nûşirevân: "Azerbaycan emirliğini vermiş olduğum emirin ne kadar serveti bulunuyor" dedi.
Emirler: "Muhtemel olarak 2.000.000 dinarı 500.000 dinar değerinde altın ve gümüşten kap kaçağı, 300.000 dinar değerinde süs eşyası ve mobilya (ferş)sı vardır. Irak'ta Fars'ta ve Azerbaycan'da pek çok emlaki bulunmaktadır" dediler.
Nûşirevân: Hayvan olarak neyi vardır?
Emirler: Yaklaşık 30.000 hayvanı vardır.
Nûşirevân: Köle (bende) olarak nesi vardır?
Emirler: 1.700 gulamı ve 400 cariyesi vardır. "Sizin ikbaliniz sayesinde başka neyinin olduğunu ancak Allah bilir" dediler.
Nûşirevân: "Cenab-ı Hakk'ın ihsan ettiği bu kadar serveti ve nimeti olan iki ekmeğinden birini sabahleyin, diğerini akşamleyin yiyen zavallı, fakir bir ihtiyar kadının iki ekmeğini zulüm ile alan bir kimse hakkında siz ne dersiniz söyleyiniz dedi.
Bütün emirler başlarını yere eğdiler ve "Onun hakkında mümkün olan en kötü muamele ne ise o yapılmalıdır" dediler.
Nûşirevân: "O emirin derisini baştan itibaren yüzmenizi, derisine ot doldurmanızı, bir kimseye eza ve zulüm yapan her mahluka yapılanın aynının yapılacağım yedi gün dellallarla ilan etmenizi hemen şimdi istiyorum" dedi.
Emir aynen yerine getirildi. Azerbaycan valisinin içine ot doldurulmuş derisini Nûşirevân'ın kapısı üzerine astılar. Dellallar fermanı yedi gün ilan ettiler.
Cihanı adaletle mamur ederiz!
Nûşirevân ayrıca emirler dağılmadan Azerbaycan'a gönderdiği gulamı ve yaşlı kadını huzura getirtti. Gulam'a: "Seni ne sebeple Azerbaycan'a gönderdim?" diye sordu.
Oda: "Bu ihtiyar kadının durumunu doğru olarak bileyim diye gönderdiniz. Onun durumunu öğrendim ve size arzeyledim" dedi.
Nûşirevân sonra emirlere dönerek: "Biliniz ki, ben boş lafla Ona bu cezayı vermedim. Bundan sonra kim bir zulüm ve eza yaparsa herkes yapılanın aynını görecektir. Müfsidleri yeryüzünden kaldırırız. Zalimlerin ellerini kırarız. Cihanı hak ve adaletle mamur ederiz. Hûda beni bu iş için yaratmıştır. Zalimlerin ellerini kırayım diye Allah'ın kulları üzerine padişah yapmıştır. Sizin başınıza da aynının gelmemesi için iyi iş yapmaya çalışınız" dedi.
Mecliste bulunan herkes Nûşirevân'ın heybetinden, korkusundan ve siyasetinden ödleri patlayacak kadar dehşete düştüler.
Sonra Nûşirevân ihtiyar kadına: "Sana zulüm yapan o kimsenin cezasını verdim Senin yerinin ortasında bulunan o saray ve bahçeyi sana bağışladım" dedikten sonra ona nafaka ile birlikte hayvan verdi. Artık kendisinden vergi alınmaması hususunda bir de emirname bahsetti.
Artık âdil idare devri başlıyor ve Nûşirevân, Nûşirevân-ı Adil diye anılıyordu.
Yedi yıl çalmayan zil
Nûşirevân zulme uğrayan kimselerin kendisine rahatça ulaşabilmeleri için enteresan bir metot geliştirdi. Saraya gelen her mazlum bir hacibe, görevliye ihtiyaç duymasın diye yedi yaşındaki bir çocuğun elinin erişebileceği bir zincir yapmalarını ve buna birçok zil asmalarını emretti. Böylece haciblerin zayıf ve minnetzede kişilerin haklarını gözetmeyeceklerini, onların dertlerini kendisine ulaştıramayabileceklerini düşünerek kesin bir tedbir almış bulunuyordu.
Mazlum kişi gelerek o zinciri kımıldatır ve ziller ses çıkarırdı. Böylece konu Nûşirevân'a iletilmiş olurdu. Derhal o kimseyi huzuruna çağırır, durumunu öğrenir ve her kimde ise hakkını alırdı.
Nûşirevân'ın bu siyasetinden bütün halk ve asker korktu. Valiler mazlumlara haklarını verdi. Hiç kimse kimseye zulüm ve eza yapmaya cesaret edemez oldu. Sasanî ülkesi doğruluğa, halk huzura kavuştu. Tam yedi yıl geçti ve Nûşirevân'ın dergahına adalet istemeye kimse gelmedi ve şikayet etmedi.
Uyuz eşeğin dramı
Yedi yıl sonra bir öğle üzeri idi. Dergah ve saray kapısı boştu. Nöbetçiler rehavet içerisindeydiler. Artık unutulmuş olan ziller devamlı olarak çalmaya başladı. Nûşirevân işitti. Derhal iki hadimini gönderdi. Kimdir bakınız ve derhal huzuruma getiriniz dedi. Hadimler dışarıya çıkıp gördüler ki, sarayın kapısından girmiş olan ve sırtını o zincirlere sürten, ihtiyarlamış, zayıflamış, uyuz olmuş bir eşek idi.
Her iki hadim, Nûşirevân'ın huzuruna çıktılar ve: "Şikayet için gelmiş kimse yoktur. Fakat ihtiyar, zayıf ve uyuz bir eşek kendisini zincire sürtüyor. Belki de kaşınıyor, sürtünmek hoşuna gidiyor" dediler.
Nûşirevân, "Hata ediyorsunuz. Zira bu eşek de adalet istemeye gelmiştir. Her ikinizin gitmenizi ve bu eşeği şehrin içinde dolaştırmanızı istiyorum. Kimin olduğunu öğreniniz ve bana doğru olarak bildiriniz" dedi.
Hadimler Nûşirevân'ın huzurundan çıktılar ve eşeği şehirde gezdirmeye başladılar. Halka "Bu eşeği tanıyan kimse var mıdır?" diye soruyorlardı. Halktan pek çok kişi "Evet, zira halkın çoğu onu tanır. Bu eşek filan çamaşırcı adamındır. Yirmi yıldır kendisini tanırız. Her gün elbiselerini bu eşeğe yükler, çaya gider; yıkar; akşamleyin geri getirir. Eşek genç olduğu müddetçe ona iş yapıyordu. Artık ihtiyarlamıştır. İş yapamıyor diye sahibi onu serbest bırakmıştır. Eşek de şehirde dolaşıyor, insanlar ona acıyarak ot ve su veriyorlar. Çoğu kez onu da bulamıyor."
Hadimler durumu öğrenince çabucak geri döndüler. Nûşirevân'ın huzuruna çıkarak durumu bildirdiler.
Nûşirevân: "Ben bu eşek de adalet istemeye gelmiştir diye söylemedim mi? Bu gece kendisine yem veriniz. Yarın o çamaşırcı adamı mahallenin dört kethüdası ile birlikte huzuruma çağırınız. Gereken ne ise emredeyim" dedi.
Hadimler ertesi gün denileni yaptılar. Eşeği ve çamaşırcıyı mahallenin dört kethüdası ile birlikte Nûşirevân'ın huzuruna getirdiler.
Nûşirevân çamaşırcıya dönerek: "Bu eşek genç olduğu müddetçe ona iş buyuruyordun. Şimdi ihtiyarlamıştır ve iş yapmaktan aciz kalmıştır. Bu yüzden ona boşuna ot ve yem vermekten çekindin, kovdun. Peki onun 20 yıllık hizmeti nerede kaldı?" dedi ve çamaşırcıya 40 değnek vurmalarını emretti.
Ardından nihaî kararını bildirdi. "Bu eşek yaşadığı müddetçe yiyebileceği kadar yemi bu dört kethüdanın bilgisi dahilinde vereceksin. Yem vermekte kusur ettiğin malumum olursa seni müthiş cezalandırırım, bilmiş olasın."
Türkler seyyidlerle akraba!
Nûşirevân 48 yıl hüküm sürdükten sonra adaletini dünyaya eser bırakarak her fani gibi ebedî aleme göçtü.
Hazreti Ömer, Sasanî devletini yıkıp İran'ın fethini tamamladığında Nûşirevân'ın üç kızı da esirler arasında bulunuyordu. Bunlara da diğer esirler gibi muamele yapılmak istenince Hazreti Ali, "Resûlullahın esir olan sultanlara ve çocuklarına ayrı muamele yapılmasına dair Hadis-i Şerifi var" deyince Hazreti Ömer bu kızları Sevde validemizin emrine verdi. Bir müddet sonra bunların üçü de kendi istekleriyle Müslüman oldular.
Bunlardan Şehr-i Bânu Gazele Hazreti Ali'nin oğlu Hazreti Hüseyin'le evlendi. Birisini Hazreti Ömer'in oğlu Hazreti Abdullah diğerini de Hazreti Ebubekir'in oğlu nikah edindi.
Hazreti Hüseyin ile Şehr-i Bânu Gazele'nin evliliğinden Zeynelabidin hazretleri dünyaya geldi. Şehr-i Bânu'nun annesi olan Nûşirevân'ın hanımı ise Göktürk hakanının kızı idi. Böylece Türkler ve Acemler seyyidlerin akrabaları olmuşlardır.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Bu yolda ve bu uğurda beraber olmak dileğiyle…
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"